3 Aralık 2010 Cuma

ABBAS BALABAN'LA MAÇIN ANALİZİ

BAYRAMPAŞA'DA GOL SAĞANAĞI

Kıymetli dostlarım, geçirdiğim mesane ameliyatı nedeniyle uzunca bir süre siz sevgili okurlarımdan uzak kaldım. Bunun bana, hastalığımın yanı sıra nasıl bir acı verdiğini tahmin edemezsiniz. Ancak kalpten inandığım Türk hekimlerinin olağanüstü gayretleriyle bu belayı da atlattım. Bu hafta, hâlâ bazı ağrılarım olmasına ve doktorlarımla hanımın mutlak yasağına rağmen içimdeki genç Abbas'ı durduramadım ve kalkıp Bayrampaşa'ya gittim. Bu özlemle, bu karşılaşmayı biraz daha uzun ve masalsı bir havada nakletmek istiyorum. Ama önce, biraz eski usül girmek zorundayım yine lafa:
Biz düzeldik ama, Racır Lömer'in oyun anlayışında hâlâ bir düzelme yok! Osman diye gençten birini koymuş, koymuş da, ne yapacağını söylemeyi unutmuş galiba! Ben 90 dakika dikkat ettim, bu çocuk nerede oynar anlayamadım vallaha. Bir sol bekte, bir sağ açıkta, bir stoperde, bir forvette... Kaleye geçmediği kaldı diyecektim, onu da yaptı! Sonra, hâlâ o İtalya'dan getirttiği saçı uzun forvetten gol bekliyor. Nasıl golcüyse, bizim hanımın bir eliyle helvayı karıştırırken atacağı golü yapamıyor, kafa vuracağı topa Amerikan artisti görmüş Bruş Li gibi atlıyor, yerden gelen topa arkasını dönüyor...

Suat'ı çok hazır gördüm. Severim ben mücadeleci futbolcu. Adam hem topunu oynadı, hem sahada kavgasını verdi. Hasan tipik 10 numara; mücadeleden kaçmaya devam. İşler yolundayken beyefendi kral, sorunlar başlayınca vın turizm! Bu maçta da bilhassa ikinci yarıda sahada kendisini gören bayramlıktı. Ne bir ikili mücadeleye girdi, ne top aldı, ne araya kaçtı. Stoperin arkasında flörtü mü var nedir, sürekli kendi stoperinin arkasında küskün bir suratla sanki kaybettiği bir şeyi arıyor. Ona bu maç için koca bir sıfır veriyorum.

Kemal onun tersi, her daim takımını motive etmek için çabaladı durdu. Hatta, takım galip duruma geçtiği bir pozisyonda egosit davranıp bir şut çektikten sonra takım arkadaşlarını bir araya toplayıp egoistçe davrandığını, ama bunun uzun süre defans yöresinde sürgün kalmaktan kaynaklanan bir özleme bağlanabileceğini, dolayısıyla kendisine kızılmaması gerektiğini, herkesin aynı özveriyle topunu oynamaya devam etmesini istediğini, takımın genel hal ve gidişatından genel olarak memun olduğunu belirten kısa bir konuşma yaparak görev yerine döndü.

Sahada beni rahatsız eden şeylerden biri, Hüsnü ve Ahmet golcülerin kendi iç rekabetleri. Her ikisinin takımlarının galibiyetini değil, bir diğerinden bir fazla gol atmayı hedefliyor olması, yer yer oyun disiplinine zarar veriyor. Bilhassa maçın sonlarına doğru oyunun zıvanadan çıkmasına yol açıyor. Eski şanlı kaptanlar dönemini hatırlıyorum da, sahada böyle disiplinsizliklere mümkünü yok izin vermezlerdi.

İtalyan (topçu demeye dilim varmıyor) forvet ve bu iki disiplinsiz golcüye rağmen maçta 24 gol izledik. Düşünün Ünivar beyin sadece ilk yarıda 12 şut çektiği bir karşılaşmadan bahsediyoruz. 7.incisiydi galiba, durumdaki tuhaflığı o da fark etmiş olacak, "şut vuruyorum" diye ihbarla vurabildi ancak. Vurdu da nereye vurdu. Ama o şut silsilesi içinden bir tanesi kaleyi de buldu. Eh 24 golden biri Kerem beye nasip olmuş oldu çok şükür, ikinci yarı bir daha denemedi.

Velhasıl, özlemişim, lafı biraz uzattık. Onlar da, 24 gollü bir hoşgeldin töreni düzenlediler bana. Artık yazılarımla eski sıklıkta olmasa da aranızda olacağım için mutluluğumu belirterek bitireyim bu hafta.

Hiç yorum yok: