![]() |
Beden ve terbiyeci Prof. Dr. İSMAİL KERPİÇ |
Uzun yazı dizimizin sonuna geldik, bu hafta, geçtiğimiz hafta kaldığımız yerden başlayarak mevzuyu kapatıyoruz.
TOP KAPTIRMA
Halı saha futbolu kolay bir oyundur diye yazmıştık, bunu
şöyle açabiliriz:
Amaç gol atmaktır, bu amacı engelleyici unsurlar izah etmeye
çalıştığımız gibi, son derece gevşektir, çoğu zaman yok seviyesindedir. İşi
zorlaştıran, yardım kabul etmeme zihniyetidir.
Hücuma kalkan bir takım, nihayetinde topu tek kişi
kullanacak olsa da, bütün unsurlarıyla ileri çıkar; belki top gelir ümidi, halı
saha topçusunu her daim sahada tutan yegâne ama fuzuli bir umuttur. Ekseriyetle
böyle de olur. Takım bir bütün olarak ileri çıktığında, topu götürme işini
üstlenen kişi, gidebildiği yere kadar kendi götürmeye çalışır, gidemediği yerde
de topu kaptırır.
Cengâverâne bir koşuyla götürmeye çalıştığı topu
kaptırdığında üstüne ani bir durgunluk çöker, ellerini beline koyup yere
bakarak kendi etrafında döner ve ağır adımlarla dönüş yoluna çıkıp olacakları
izlemeye başlar. Bir yandan da, içinde kendi olmayan birtakım unsurlara, belki dış mihraklara veryansın etmektedir...
Bu esnada olacaklar da aşağı yukarı şöyledir: Topu kapan
taraf, golü atmaya hevesli 4-5 oyuncusuyla, ileri çıkamamış tek savunma
oyuncusu ve biçare kalecinin üstüne doğru gider. Top elbette, topu kapan
oyuncudadır ve tek savunma oyuncusu da gayri ihtiyari ona doğru hareketlenir. Sahanın
öbür yanında, yani savunma tarafından kimsenin olmadığı yanında, birkaç futbolcu
aniden gelen bir enerjiyle rakip kaleye doğru harekete geçmiş, top gelirse ne
yapacağının hayallerini kurmaya başlamıştır.
İşte böyle akınlarda, topu taşıyan oyuncunun topu o tek
savunma oyuncusuna kaptırdığı nadir değildir – hatta belki bir halı saha
kanunudur ve bir savunma oyuncusunun yegâne zafer imkânıdır.
Kaptırmamayı başaranlar da, evvelki bölümlerde andığımız karizmatik golün peşinde, tercihlerini mesafeli bir şuttan, yahut kale çizgisine kadar inmekten yana kullanırlar. Çok
yardımlaşmacı olanlar en uzaktaki arkadaşa falsolu bir orta da kesebilirler[1].
Şutu az farkla dışarı gidenler yahut kaleciye estetik bir kurtarış yapma imkânı verenler, hele direkte patlatanlar çok doğru bir şey yapmış gibi “nasıl kaçtı be!” bakışı atarken muhakkak incelenmelidir: İki el iki yanakta, ağız yarı açık, gözlerde ıslak bir mutluluk ifadesiyle, tek tek bütün takım arkadaşlarının gözünde bir takdir ifadesi ararlar… lakin çoğu zaman bulamazlar.
Şutu az farkla dışarı gidenler yahut kaleciye estetik bir kurtarış yapma imkânı verenler, hele direkte patlatanlar çok doğru bir şey yapmış gibi “nasıl kaçtı be!” bakışı atarken muhakkak incelenmelidir: İki el iki yanakta, ağız yarı açık, gözlerde ıslak bir mutluluk ifadesiyle, tek tek bütün takım arkadaşlarının gözünde bir takdir ifadesi ararlar… lakin çoğu zaman bulamazlar.
TOPÇU NAMUSU
Halı saha topçusunun namus ölçütlerinden biri, geriye
oynamamaktır. Çünkü bu, işi fazlasıyla basitleştirir ve tadını kaçırır. Çeşitli
vesilelerle temas ettiğimiz gibi, gerçek futbolda esasen, rakip takımdan top
kapmaya dayalı bir anlayış mevcutken, halı sahada top kapma mücadelesi en önce takım
arkadaşlarına karşı verilir. Elbette rakiple de bir mücadele yok değildir.
Dolayısıyla top son derece kıymetlidir ve onu ele geçiren oyuncu asla ve kat’a
bir geri pasıyla tatmin olamaz; dünya tarihine geçecek bir gol yaratmanın
piyango biletidir o, hiçbir suretle çöpe atamaz.
Bu nedenledir ki, örneğin savunmada baskı yiyen futbolcu,
yediği baskı nedeniyle sahanın çeşitli yerlerinde bir tenhalık olması gerektiği
mantıki sonucunu çıkarıp topu oralara atabilecek, gerideki yüzü dönük
arkadaşlarına pas atmak gibi delilik belirtileri göstermez. Baskı yapanlara
karşı bir iki çalım girişimiyle topu kaptırıp; gol olmamasını rakibin kendi
kendine çıkaracağı zorluklara bağlamayı tercih eder[2].
Gol olursa da olur, en nihayetinde, bir “pardon” meseleyi halledecektir.
SONUÇ
Halı saha futbolunu, akrabası gibi göründüğü gerçek futbolun
kolektif mantığından uzaklaştıran temel neden, bir hedef birliği olmamasıdır.
Takımdaki oyuncu sayısı kadar hedef olunca, esas rekabetin takım içine kaydığı,
dolayısıyla kavgaların çoğunlukla rakip takımla değil, takım arkadaşlarıyla
yaşandığı, ama yine de gollerin ve galibiyetin bir takım olarak kutlandığı
garip bir oluşum çıkar ortaya.
Evet, kazanan takımda olmak bir memnuniyet duygusu yaratır
ama, hangi takımda olduğu fark etmeksizin, sadece gol atanlar, karılarının
yanına muzaffer bir edayla dönme ayrıcalığını yaşarlar.
Gerçek futbolda hedef birliğini sağlayan ve oyuncuların
bireysel tercihlerinin takım faydasını zedelediği durumları cezalandırma
yöntemiyle yönetme yetkisi olan bir komutan vardır: Teknik direktör. İki takım
arasındaki adaleti sağlamak için bir “hakem” söz konusuysa, bir takımın
içindeki adaleti de teknik direktör sağlar; bireysel tercihlerin dozunu ve
dengesini ayarlar.
Halı sahada teknik direktör yoktur, bazen bu role soyunan
oyuncular olabilir. Bu tip oyuncuları maç esnasında sürekli konuşmalarından ve
herkese ne yapacağını söylemelerinden ayırt edebiliriz. Takım duygusunu
artırmak ve bireysel çıkıntılıkları engellemek gibi bir göreve soyunduklarını
düşünürler.[3] Ama
çoklukla bu şahısların diğer oyuncuların egolarını kendi egolarına biat
ettirmeye çalıştıkları vâkidir. Bunu gizleyemeyenler oralarda pek barınamazlar.
Kimi oluşumlarda doğadan gelen bir itibarları vardır ve bu halleriyle kabul
görürler, yahut idare edilirler. Kimi oluşumlarda ise bu role kendi
inisiyatifleriyle soyunanlar sonunda sağlam bir dayak yemek suretiyle
normalleşmek zorunda kalırlar.
2 yorum:
Hocam kitap olarak ne zaman piyasaya çıkacak? Bizim topçulara dağıtmak istiyoruz... protokolden de hurşutspor'a bi kaç tane gönderirsiniz diil mi muhterem hocam... saygıyla...
şöyle bir bilimsel çalışmanın sadece bir yorum alması utanç verici... bravo hocam, kaleminize sağlık.
Yorum Gönder