![]() |
Abbas Balaban |
Anlaşılmazlık hastalığım ikinci haftasını doldurdu. Maaşallah, geçmiş olsuna gelenim de yok; kendi kendime, hasta yatağımda öylece anlaşılmıyorum artık...
İki hafta evvel ani bir Kıvanç atağıyla başladı hastalığım (tıp dilinde Attakum Nartallus). Maçı seyrederken gülme krizlerine giriyordum; dengemi kaybedip oturduğum yerden düşmüşlüğüm falan...
İkinci hafta bir Samet atağı bindi üstüne; kriz büyüdü... Bir yandan gülmekten ölme sınırında yaşarken, bir yandan da siz sevgili okurlarıma yazılarımı yetiştirmeye çalışıyordum. Hastalık hali işte, demek başarılı olamamışım; yazmışım ama anlaşılmamışım...
Duydum ki bu Samet'i futbolcu diye öven biri de varmış.
Kimmiş diye araştırdım; yine gülmekten yataklara düştüm. Bizim Nartallo'ymuş canıım!
Kriz yakama yapıştı... geçmiyor!
Bu hafta daha da kötüledim sevgili okur. İki atak birlikte; iki seksen yere serdi beni! Aynı takımda Nartallum ve Samet; o takım bir futbol sahasında, hem de utanmıyor, gerçek bir rakip karşısında futbol oynamaya heves ediyor.
Vaktiyle, Harlem basketbol takımı vardı; gösteri maçı yapardı, rakip diye de sahaya göstermelik bir "şey" çıkardı. Burada da öyle bir durum oluyor; bu dediğim "Nartallolu takım" hem rakibi "Harlemleştiriyor" hem de kendi kendini bir komedya ekibi gibi gülünçleştiriyor...
Yahut evet, ben hastalandım, gülme krizinden gülme krizine giriyorum, katiyen çıkamıyorum.
Ağzımı yüzümü toplayamıyorum.
Nihayet yukarısı galiba bana artık bu işi bırak demeye getiriyor.
Hastalık ağzımın tadını da bozdu, seyrettiğim toptan keyif alamıyorum.
Ama yine yazıyorum, tutamıyorum kendimi...
Anlaşılmayacak bir şey yok; hastalandım diyorum, bir de seyrettiğim toptan keyif almıyorum diyorum.
Atla deve değil.
9 yorum:
Hakkaten Harlem gibiydik maşallah, hele o Bahadona'nın inceleri yaktı karşı takımı...
E ben bu herifin yazdığından sahiden bişey anlamıyorum ki!
yalnız kaldım diye ağlayacağına doğru dürüst yazı yaz be adam. hezeyanlarını ortalığa döküp duruyorsun. bitmişsin.
eeee?
acil şifalar abbas abi
Abbas abi valla başbakan olucak adamsın, nasıl olsa onun da dediğini kimse anlamıyo...
Yukarısı derken kimi kastediyor? Biriniz bakın, yine bize mi laf sokuşturuyor birisi?
İletişimspor’un altyapısına yaptığı yatırım büyük bir heyecan ve en az heyecanı ölçüsünde büyük tartışmaları beraberinde getirdi. Yeni kadroyla henüz ikinci haftayı geride bıraktığımız şu günlerde takıma dinamizm getirmesi ümitleriyle transfer edilen genç oyuncular; ne yazık ki amansız eleştiri oklarının hedefi, maç sonrası dedikodularının konusu olmakta. Peki vaziyet mega spor tesisleri koridorlarında duyduğumuz ya da merkez medya yazarlarından okududuğumuz kadar iç karartıcı mı? İletişimspor’un altyapı hamlesi bir hata mıydı?
Bilindiği üzere İletişimspor’un kadrosu, İletişim ve Birikim’de emek veren insanlardan oluşmakta. Sol camiadaki itibar sahibi bu kurumların çalışanlarının siyasi görüşlerinin yeşil sahalardaki tezahürü herhalde bu şekil oluyormuş ki takımların oyun felsefeleri futbolun gerek metası gerek yegâne üretim yolu kabul edebileceğimiz topa herkesin fetiş derecesine varmış bir eşitlikte sahip olması ilkesine dayanıyor. Ne kadarı aklımın ermediği ideolojik bir sebepten ne kadarı kabiliyet eksikliğinden kaynaklanıyor çözemesem de garip bir biçimde rakip takımların oyuncuları da bu topu paylaşma şenliğinden nasiplenebiliyor. Yani ortada ama isabetli ama isabetsiz hız kaybetmeksizin sürüp giden bir pas trafiği söz konusu. Topu ayağından çıkaran misyonunu tamamlamış olmanın gururunu, pası alansa zincirin bir sonraki halkası olmanın mutluluğunu yaşıyor. Bu kolektif yapının bir parçası olduğunuz sürece ne diliniz ne renginiz önemli, takımınızsa zaten küçük bir detay. Bu romantik atmosfer zaman zaman sen bana top atma, ben senin attığın yönde olurum kertesinde bir duygusallığa kadar varınca insanda gol atılan oyunun galiba başka bir tanesi olduğu kuşkuları uyandırmıyor değil.
Fikirlerinin kıymetinin iyiden iyiye bilinmez olduğu günümüzün baskıcı siyasi ortamından kaçabilmek uğruna mıdır bilemeyeceğim İletişimspor kendine yeşil sahalardan bir illüzyon yaratmış. Diyeceğim o ki, Mega spor tesisleri İletişimspor’un Yeni Zelanda’sıdır arkadaşlar.
Sorumluluktan kaçmanın pas atmak biçimine sokularak kutsallaştırılması, takım arkadaşına yardımına koşmanın görev bölgeni terk etmek olarak görülerek değersizleştirilmesi gibisinden her çeşitten çarpıklığın kurallaştırıldığı bu paramparça olmaya mahkum illüzyon maçın son dakikalarına doğru çatlamaya başlar elbet. Zira gerçek dünyada önemli olan skordur.
İşte, takımdaki bazı odakların ve merkez medyanın takımın genç oyuncularına ve onlarla beraber gelen kulübün dünya futbolundaki yerini sağlamlaştıracak oyun anlayışına karşı yürüttüğü itibarsızlaştırma projesi bu çatlağın uyandırdığı korkudan sakınmak için işletilen bir savunma mekanizmasıdır.
Umarım ki, ekibe yeni katılan oyunculardan artık pek yakında görmeyi beklediğimiz dinamizm sadece oynanan futbolun değil; al gülüm, ver gülüm futbolundan sorumluluktan kaçmamayı teşvik eden, daha katılımcı, sonuca yönelik bir oyun anlayışına geçişin de arkasındaki itici gücü olacaktır.
Takımın egemen zihniyete boyun eğmek durumunda kalmış parçalarının da katılımıyla er geç tamamlanacak bu dönüşüm faslı elbet sancılı geçecek, var olan düzenin sefasını sürenlerce yaralanacak ve erken dönemlerinde tam randıman alınamayacağı için karalama kampanyalarına malzeme olmaya devam edecek. Buna rağmen en az sahadaki performans kadar önemli olan bu süreç kulübün istikbâli adına yılmadan sürdürülmeli. Bu mücadele de, en az, yapay çimlere döktüğümüz ter kadar bu sporun bir parçasıdır. Nitekim bir büyüğümüzün de isabetle belirttiği üzere futbol sadece sahada oynanmaz.
DUYURU: Sevgili iletişimsporlular; yukarıdaki yorumu baştan sona okumayı başaranlar arasından çekilişle seçilecek üç talihli okurumuz İletişim Yayınları'ndan Sefiller kitabını kazanacaktır...
Yorum Gönder