30 Aralık 2010 Perşembe

2010'UN ŞAMPİYONU CAN

Teşekkürler İletişimspor
52 haftalık bir sezonu, bayram ve tatil fireleriyle, 49 maç oynarak tamamladık. Bu 49 maçın tamamına gelen ve 48'inde sahaya çıkan Can, devamlılığın getirdiği avantajla, sezonu şampiyon olarak tamamladı. Devamlılığın hepimiz için önemli bir değer olduğu kuşkusuz. Onun için, bu kardeşimizi tebrik ediyor ve hemen aşağıda kutlamalardan bir kesiti ilginize sunuyoruz.



(Can bir kabarede şampiyonluk sevincini kutlarken Müçteba, Hüsnü, Kıvanç ve Ümit gibi sevgili dostları onu yalnız bırakmadı. Tam randıman için sesi açmayı ihmal etmeyiniz.)

Diğer taraftan, ciddi oranda maç kaçıran (12 maç) Kerem Ü, oynamış olduğu maçlarda en iyi galibiyet-mağlubiyet oranını tutturduğu için ikinci tablomuzun, yani performans tablomuzun şampiyonu olmuştur. Ona da tebriklerimizi yolluyoruz.

Sezonu Ocak'ın ilk haftası başlattığımız için, sonu da yıl sonuna denk geldi. Bu vesileyle, Can ve Kerem'in şampiyonluklarıyla birlikte bütün İletişimspor camiasının yeni yılını da kutluyoruz. Herkese iyi şeylerle dolu bir yıl diliyoruz. 2010 boyunca aramızda dilediğimiz kadar bulunamayan dost ve ağabeylerimizi de 2011'de aramızda görmek istiyoruz.

Durmak yok, yola devam: 5 Ocak çarşamba günü puanlar sıfırlanacak, yeni sezon başlayacak. Ve blogumuz da yenilikleriyle, bu yıl da sizlerle olacak. 5 Ocak'ta görüşmek üzere.

2010 nihai puan durumu:


2010 52. (son) hafta purumu


23 Aralık 2010 Perşembe

16 Aralık 2010 Perşembe

3 Aralık 2010 Cuma

tarihi başarı: wikileaks'in bize bulaşmasını engelledik

kıymetli camia,

bildiğiniz üzere son günlerde yurtta ve dünyada bir wikileaks fırtınası esmektedir. söz konusu internet sitesi bir takım gizli yazışmaları ele geçirmiş, bunları umuma sunma faaliyetine başlamıştır. dünya liderleri bu durum karşısında şaşkın, çaresiz, ürkek ve dahi umarsızdır.


üç gün önce yönetim kurulumuzun Birinci Harbi Umumi görmüş telefonu acı acı çaldı. derinden gelen sese "alooo" dediğimizde karşıdaki kişi bir takım yabancı cümleler kurmaya başladı. "nasıl bir oyunun içine çekiliyoruz" diye düşünürken, ses kendini tanıttı: Julian Assange.

yayımladığı belgelerle dünyayı sarsan adam bizi takip ettiğini, yeni bilgi açıklamaları için böylesi cesur kanallara ihtiyacı olduğunu, sitemizi kullanmak istediğini söyledi. "seve seve" dedik. fakat Assange'ın başka bir arzusu daha vardı: "İletişimspor'da forma giymek."

eşbaşkanlar olarak kısa süreli şaşkınlığı üzerimizden atar atmaz, kendisine siyasi mülteci olarak kapılarımızın her zaman açık olduğunu, kalacak yer meselesini bir şekilde halledebileceğimizi ancak takımda forma giymenin o kadar kolay olmadığını izah ettik. sinirlenen Assage, "Elimdeki belgeler..." dedi, "İletişimspor'u karıştırırım, bitiririm."
eşbaşkanlar olarak haykırdık: "Yürü git lan! Sen bizi tehditlere pabuç bırakacak insanlardan mı sandın? Demirden korksak trene binmezdik."

ne var ki, Assange kararlıydı. bize altta görmüş olduğunuz, daha sonra dünya medyasında da yayımlanan "wikileaks'in rafları" fotoğrafını gönderdi. gözlerimize inanamadık: takımımızın topluca bir resmi, akil adam Ü.K.'nın ve tarihçi şahsiyet Sezar A.'nın portreleri karşımızdaydı. yuvarlak içine alınmış harfleri birleştirince ise Ulu Önder'in adı ortaya çıkıyordu.


neticede yönetimimiz Assange ile yaptığı pazarlıklar söz konusu fotoğrafın bizimle ilgili kısımlarını sildirerek yayımlamasını sağlamıştır. bunun karşılığında kendisine tek vaadimiz, "Tamam hacı, bir-iki maçta adam eksik olursa oynarsın!" olmuştur.  yani iki gün sonra adam sahaya gelirse şaşırmayın yani... 

İletişimspor Yönetim Kurulu iç ve dış mihraklara karşı tüm üyelerinin menfaatlerini sonuna kadar savunmakta kararlıdır. camiamızın kıymetli üyeleri endişelenmesin. Ulu Önderimizin dediği gibi "Adam adama savunmalarda zorlanıyorum biraz ama hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır. o satıh bütün İletişimspor camiasıdır." 

kamuoyuna saygıyla duyrulur,
eşbaşkanlar
Can Belge&Kıvanç Koçak   

ABBAS BALABAN'LA MAÇIN ANALİZİ

BAYRAMPAŞA'DA GOL SAĞANAĞI

Kıymetli dostlarım, geçirdiğim mesane ameliyatı nedeniyle uzunca bir süre siz sevgili okurlarımdan uzak kaldım. Bunun bana, hastalığımın yanı sıra nasıl bir acı verdiğini tahmin edemezsiniz. Ancak kalpten inandığım Türk hekimlerinin olağanüstü gayretleriyle bu belayı da atlattım. Bu hafta, hâlâ bazı ağrılarım olmasına ve doktorlarımla hanımın mutlak yasağına rağmen içimdeki genç Abbas'ı durduramadım ve kalkıp Bayrampaşa'ya gittim. Bu özlemle, bu karşılaşmayı biraz daha uzun ve masalsı bir havada nakletmek istiyorum. Ama önce, biraz eski usül girmek zorundayım yine lafa:
Biz düzeldik ama, Racır Lömer'in oyun anlayışında hâlâ bir düzelme yok! Osman diye gençten birini koymuş, koymuş da, ne yapacağını söylemeyi unutmuş galiba! Ben 90 dakika dikkat ettim, bu çocuk nerede oynar anlayamadım vallaha. Bir sol bekte, bir sağ açıkta, bir stoperde, bir forvette... Kaleye geçmediği kaldı diyecektim, onu da yaptı! Sonra, hâlâ o İtalya'dan getirttiği saçı uzun forvetten gol bekliyor. Nasıl golcüyse, bizim hanımın bir eliyle helvayı karıştırırken atacağı golü yapamıyor, kafa vuracağı topa Amerikan artisti görmüş Bruş Li gibi atlıyor, yerden gelen topa arkasını dönüyor...

Suat'ı çok hazır gördüm. Severim ben mücadeleci futbolcu. Adam hem topunu oynadı, hem sahada kavgasını verdi. Hasan tipik 10 numara; mücadeleden kaçmaya devam. İşler yolundayken beyefendi kral, sorunlar başlayınca vın turizm! Bu maçta da bilhassa ikinci yarıda sahada kendisini gören bayramlıktı. Ne bir ikili mücadeleye girdi, ne top aldı, ne araya kaçtı. Stoperin arkasında flörtü mü var nedir, sürekli kendi stoperinin arkasında küskün bir suratla sanki kaybettiği bir şeyi arıyor. Ona bu maç için koca bir sıfır veriyorum.

Kemal onun tersi, her daim takımını motive etmek için çabaladı durdu. Hatta, takım galip duruma geçtiği bir pozisyonda egosit davranıp bir şut çektikten sonra takım arkadaşlarını bir araya toplayıp egoistçe davrandığını, ama bunun uzun süre defans yöresinde sürgün kalmaktan kaynaklanan bir özleme bağlanabileceğini, dolayısıyla kendisine kızılmaması gerektiğini, herkesin aynı özveriyle topunu oynamaya devam etmesini istediğini, takımın genel hal ve gidişatından genel olarak memun olduğunu belirten kısa bir konuşma yaparak görev yerine döndü.

Sahada beni rahatsız eden şeylerden biri, Hüsnü ve Ahmet golcülerin kendi iç rekabetleri. Her ikisinin takımlarının galibiyetini değil, bir diğerinden bir fazla gol atmayı hedefliyor olması, yer yer oyun disiplinine zarar veriyor. Bilhassa maçın sonlarına doğru oyunun zıvanadan çıkmasına yol açıyor. Eski şanlı kaptanlar dönemini hatırlıyorum da, sahada böyle disiplinsizliklere mümkünü yok izin vermezlerdi.

İtalyan (topçu demeye dilim varmıyor) forvet ve bu iki disiplinsiz golcüye rağmen maçta 24 gol izledik. Düşünün Ünivar beyin sadece ilk yarıda 12 şut çektiği bir karşılaşmadan bahsediyoruz. 7.incisiydi galiba, durumdaki tuhaflığı o da fark etmiş olacak, "şut vuruyorum" diye ihbarla vurabildi ancak. Vurdu da nereye vurdu. Ama o şut silsilesi içinden bir tanesi kaleyi de buldu. Eh 24 golden biri Kerem beye nasip olmuş oldu çok şükür, ikinci yarı bir daha denemedi.

Velhasıl, özlemişim, lafı biraz uzattık. Onlar da, 24 gollü bir hoşgeldin töreni düzenlediler bana. Artık yazılarımla eski sıklıkta olmasa da aranızda olacağım için mutluluğumu belirterek bitireyim bu hafta.