Abbas Balaban |
Bazen olur ya, bir köy marketinden öylesine aldığınız bir domatesi eve gelip yediğinizde, o tadıyla, rayihasıyla aklınızı alır, bir anda çocukluğunuza gidersiniz. Dersiniz ki Vay anasını! Bu domatesse, benim İstanbul'da yediğim şey nedir?
Bir mutluluktur o, çocukluk arkadaşınızla karşılaşmanın mutluluğu gibidir. Lezzeti, güzelliği hatırlarsınız ve bugün size yutturulan şeylere isyan edersiniz. Kalite, lezzet anlamında beklentisizliğe küfredersiniz. İşte dünkü müsabakada Hüsnü Paşa'nın golleri bana o hissi yaşattı.
Attığı goller birden sizi alıp başka bir yere götürüyor; Ömerbeylerin, Sezarbeylerin, Ümitbeylerin kapıştığı o hormonsuz günlere... Gol dediğin böyle olur diyorsunuz, içinde estetik var, kalite var, beceri var, kuvvet var, yaratıcılık var, yardımlaşma var, isyan var, hırs, tutku, aşk var.
Öte yanda, işte Kıvanç diye bir golcü karşımızda. Adlı adınca golcü... Bugünün golcüsü! GDO'lu golcü... Atıyor mu? Atıyor. Ama lezzet vermiyor azizim. Golden sonra insanın ağzında sası bir tat bırakıyor. Bunu fark etmeden takdir ediyoruz, bravo diyoruz. Ne zamana kadar? Hüsnü Paşa'yı görene kadar. Sonra bir keder basıyor. Hüsnü Paşa bugün var, yarın yok. Gelecek bu Nartallo kılıklı Kıvançların, Tatko'da bek oynatılan İnançların, süper yetenek diye milyarlar verilen Fıratların...
Bir de Hüsnü Paşa'ya suikast girişiminde bulunanlar! Koşu yoluna ip germek suretiyle onu başa aşağı edip kafasını kırmaya çalışan Suat bey Allahtan oracıkta yakalanıp tevkif edildi. O da GDO'lu savunma. Hem GDO'lu hem hormonlu! Arkasında kimbilir hangi uzun saçlılar var? Neyse, kaçma teşebbüsünde bulunsa da kolluk kuvvetleri aman vermedi, rahatladık.
Bunun üzerine, frikikten muhteşem bir golle Hüsnü Paşa perdeyi kapadı. Maç berabere bitti. Bu beraberlikte ben, mevsiminde iyi domates yemek yerine her zaman kötü domates yemek isteyen zihniyeti görür gibi oldum.