28 Mart 2014 Cuma

YAZI DİZİSİ / HALI SAHA FUTBOLU (4)

Beden ve terbiyeci Prof.  Dr. İSMAİL KERPİÇ
Uzun yazı dizimizin sonuna geldik, bu hafta, geçtiğimiz hafta kaldığımız yerden başlayarak mevzuyu kapatıyoruz.

TOP KAPTIRMA

Halı saha futbolu kolay bir oyundur diye yazmıştık, bunu şöyle açabiliriz:

Amaç gol atmaktır, bu amacı engelleyici unsurlar izah etmeye çalıştığımız gibi, son derece gevşektir, çoğu zaman yok seviyesindedir. İşi zorlaştıran, yardım kabul etmeme zihniyetidir.

Hücuma kalkan bir takım, nihayetinde topu tek kişi kullanacak olsa da, bütün unsurlarıyla ileri çıkar; belki top gelir ümidi, halı saha topçusunu her daim sahada tutan yegâne ama fuzuli bir umuttur. Ekseriyetle böyle de olur. Takım bir bütün olarak ileri çıktığında, topu götürme işini üstlenen kişi, gidebildiği yere kadar kendi götürmeye çalışır, gidemediği yerde de topu kaptırır.

Cengâverâne bir koşuyla götürmeye çalıştığı topu kaptırdığında üstüne ani bir durgunluk çöker, ellerini beline koyup yere bakarak kendi etrafında döner ve ağır adımlarla dönüş yoluna çıkıp olacakları izlemeye başlar. Bir yandan da, içinde kendi olmayan birtakım unsurlara, belki dış mihraklara veryansın etmektedir...

Bu esnada olacaklar da aşağı yukarı şöyledir: Topu kapan taraf, golü atmaya hevesli 4-5 oyuncusuyla, ileri çıkamamış tek savunma oyuncusu ve biçare kalecinin üstüne doğru gider. Top elbette, topu kapan oyuncudadır ve tek savunma oyuncusu da gayri ihtiyari ona doğru hareketlenir. Sahanın öbür yanında, yani savunma tarafından kimsenin olmadığı yanında, birkaç futbolcu aniden gelen bir enerjiyle rakip kaleye doğru harekete geçmiş, top gelirse ne yapacağının hayallerini kurmaya başlamıştır.  

İşte böyle akınlarda, topu taşıyan oyuncunun topu o tek savunma oyuncusuna kaptırdığı nadir değildir – hatta belki bir halı saha kanunudur ve bir savunma oyuncusunun yegâne zafer imkânıdır.

Kaptırmamayı başaranlar da, evvelki bölümlerde andığımız karizmatik golün peşinde, tercihlerini mesafeli bir şuttan, yahut kale çizgisine kadar inmekten yana kullanırlar. Çok yardımlaşmacı olanlar en uzaktaki arkadaşa falsolu bir orta da kesebilirler[1].

Şutu az farkla dışarı gidenler yahut kaleciye estetik bir kurtarış yapma imkânı verenler, hele direkte patlatanlar çok doğru bir şey yapmış gibi “nasıl kaçtı be!” bakışı atarken muhakkak incelenmelidir: İki el iki yanakta, ağız yarı açık, gözlerde ıslak bir mutluluk ifadesiyle, tek tek bütün takım arkadaşlarının gözünde bir takdir ifadesi ararlar… lakin çoğu zaman bulamazlar.

TOPÇU NAMUSU

Halı saha topçusunun namus ölçütlerinden biri, geriye oynamamaktır. Çünkü bu, işi fazlasıyla basitleştirir ve tadını kaçırır. Çeşitli vesilelerle temas ettiğimiz gibi, gerçek futbolda esasen, rakip takımdan top kapmaya dayalı bir anlayış mevcutken, halı sahada top kapma mücadelesi en önce takım arkadaşlarına karşı verilir. Elbette rakiple de bir mücadele yok değildir. Dolayısıyla top son derece kıymetlidir ve onu ele geçiren oyuncu asla ve kat’a bir geri pasıyla tatmin olamaz; dünya tarihine geçecek bir gol yaratmanın piyango biletidir o, hiçbir suretle çöpe atamaz.

Bu nedenledir ki, örneğin savunmada baskı yiyen futbolcu, yediği baskı nedeniyle sahanın çeşitli yerlerinde bir tenhalık olması gerektiği mantıki sonucunu çıkarıp topu oralara atabilecek, gerideki yüzü dönük arkadaşlarına pas atmak gibi delilik belirtileri göstermez. Baskı yapanlara karşı bir iki çalım girişimiyle topu kaptırıp; gol olmamasını rakibin kendi kendine çıkaracağı zorluklara bağlamayı tercih eder[2]. Gol olursa da olur, en nihayetinde, bir “pardon” meseleyi halledecektir.

SONUÇ

Halı saha futbolunu, akrabası gibi göründüğü gerçek futbolun kolektif mantığından uzaklaştıran temel neden, bir hedef birliği olmamasıdır. Takımdaki oyuncu sayısı kadar hedef olunca, esas rekabetin takım içine kaydığı, dolayısıyla kavgaların çoğunlukla rakip takımla değil, takım arkadaşlarıyla yaşandığı, ama yine de gollerin ve galibiyetin bir takım olarak kutlandığı garip bir oluşum çıkar ortaya.

Evet, kazanan takımda olmak bir memnuniyet duygusu yaratır ama, hangi takımda olduğu fark etmeksizin, sadece gol atanlar, karılarının yanına muzaffer bir edayla dönme ayrıcalığını yaşarlar.

Gerçek futbolda hedef birliğini sağlayan ve oyuncuların bireysel tercihlerinin takım faydasını zedelediği durumları cezalandırma yöntemiyle yönetme yetkisi olan bir komutan vardır: Teknik direktör. İki takım arasındaki adaleti sağlamak için bir “hakem” söz konusuysa, bir takımın içindeki adaleti de teknik direktör sağlar; bireysel tercihlerin dozunu ve dengesini ayarlar.

Halı sahada teknik direktör yoktur, bazen bu role soyunan oyuncular olabilir. Bu tip oyuncuları maç esnasında sürekli konuşmalarından ve herkese ne yapacağını söylemelerinden ayırt edebiliriz. Takım duygusunu artırmak ve bireysel çıkıntılıkları engellemek gibi bir göreve soyunduklarını düşünürler.[3] Ama çoklukla bu şahısların diğer oyuncuların egolarını kendi egolarına biat ettirmeye çalıştıkları vâkidir. Bunu gizleyemeyenler oralarda pek barınamazlar. Kimi oluşumlarda doğadan gelen bir itibarları vardır ve bu halleriyle kabul görürler, yahut idare edilirler. Kimi oluşumlarda ise bu role kendi inisiyatifleriyle soyunanlar sonunda sağlam bir dayak yemek suretiyle normalleşmek zorunda kalırlar.




[1] Pilgrimson, Ottman, Barriers ahead of short thinking, Pinguin, 2001.
[2] Aypardon, Fuat, Toplu Hücum Derkenki Top Bildiğimiz Top mu? Kayıkhane, 1993, c. IV, s. 1321.
[3] Belge, Cihan, A.g.e., 2003, s. 59-61.

27 Mart 2014 Perşembe

Tribün Eksperi Abbas / 4-0

Abbas Balaban
Söylüyoruz arkadaş, federasyon icat çıkarmasın! Bakın üçüncü haftadır, Müçübey'i, Bahadırbey'i zulüm gibi kadrolarda mücadeleye zorluyorsunuz. O Kerem L. olacak bey ise her hafta safahat sürüyor.

Gerçi bu hafta kadronun sorumlusu bizzat Bahadır beydi. Üstelik ilk seçme hakkı elindeydi... Yaptığı kadroya bakın!

Eskiden olsa, Canbey kadroyu yapacak, akabinde kadrolar hakkında şimdiye kadar hiç konuşmadım diyen Hüsnü Bey'in bir iki uyarısıyla kadro düzeltilecek; sahaya gelindiğinde Müçü ve Kemal beylerin son itirazları üzerine yapılan tashihler neticesinde olabilecek en dengeli kadrolar karşı karşıya gelecekti. Şimdi ise her hafta bir meczubun aklından çıkma hilkat garibesi takımların mücadelesini izliyoruz. Bu koşullarda da, 4-0 gibi halı saha futbolunda 1000 yılda bir görülecek skorlara şaşmamak gerekir.

Hayır yanlış anlamayın, 4-0'lık skor sahadaki futbolcuların günahı değildi, Bahadır beyin bile değildi. Bunun bir sorunlusu varsa, federasyondur; açık açık söylüyorum.

Aslında Bahadırbey'in takımı sahada, kâğıt üstünde olduğundan daha iyi bir görüntü çizdi. Güç farkını uzun süre sahaya yansıtmadı. Öyle ki, ilk devre 0-0 bittiğinde kaçan goller bile onların lehineydi. Ta ki ikinci yarıda, Sezarbey'in attığı ilk gole kadar.

Fakat her halükârda, evet golden sonra hafif hafif baskı yemeye başlasa da, Bahadırbey'in takımı da son 10 dakikaya kadar oyun disiplinini kaybetmedi.

Bahadır beyin iki defa elinden kaçırarak yediği ikinci gol bir komediydi, son gol düdükle birlikte geldi; baktığınızda, Bahadırbey'in, Fıratbey'in kaçırdığı onca pozisyon; yani iyi mücadele ettiler.

Kısacası, 4-0'lık skora rağmen gönlüm maçın yıldızını mağlup takımdan seçmeye gidiyor. Lakin düşünüyorum; onlardan birini seçmek de diğer birine haksızlık olacak, çünkü iyi yaptıkları şeyi takım olarak yaptılar.

Biraz daha düşünüyorum, galip takımda Kerembey'in oyun kuruculuğu takdire şayandı...

Ama biraz daha düşünüce  Osmanbey'in oyun disiplinine duyduğum hayranlık ağır basıyor sanki...

E ama baktığınızda, dengeli giden maçı çeviren golü atan Sezarbey... Üstelik takım kaptanı...

Düşündükçe kafam karışıyor sevgili okur!

En iyisi, hiç düşünme, bas geç Sezar'a diyorum...

Düşünme, bas geç!

2014 13. hafta puan durumu



26 Mart 2014 Çarşamba

26.03.2014 tarihli Kadro ve KAPTANLAR

12 geçerli başvuruya ek olarak Resul ve Murat beylerin katılımıyla 14 kişilik müsabaka kadrosu tesis edilmiş; devamlı katılımcı 12 kişi arasından yapılan çekilişte ilk söz hakkı Bahadır'ın olmak üzere Bahadır ve Sezar* beyler seçilmiştir. Katılımcı listesi ve kaptanlar aşağıdaki gibidir. Takımlar, Bayrampaşa tesislerimizde teşekkül olunacaktır.



* Çekiliş iki eşbaşkan, sezarbey ve dünya üzerinde tek resmi lisans taşıyan kaleci namıyla bilinen tuğrul beyin şahadetinde yapılmış; üç hafta üst üste üçüncü defa Fıratbey'in çıkması üzerine çekiliş tekrar edilmiştir (bilindiği gibi, yeni kurala göre bir oyuncu üst üste iki hafta kaptan olamıyor).

20 Mart 2014 Perşembe

YAZI DİZİSİ / HALI SAHA FUTBOLU (3)

Beden ve terbiyeci Prof.  Dr. İSMAİL KERPİÇ
HALI SAHA FUTBOLUNDA GAYE NEDİR?

Halı saha futbolu bir kişisel tatmin oyunudur. Gaye, hem gol atmak, hem de golün mümkün olduğunca fazla kişi tarafından takdir almasıdır. Demek ki, takdire şayan gol atmaktır. Böyle bir gol ya yetenek gerektirir, ya da rakip cephede müdafi yetersizlik gerektirir.

Bu nedenle iyi kaleci ve iyi savunmacı, halı sahada aranan unsurlar değildir. Hiç olmamaları istenmez ama iyisine de gerek yoktur. Çünkü bir şutun çekilebilmesi için gevşek bir savunma, o şutun gol olabilmesi için de kötü bir kaleci gereklidir. Halbuki şutu kaleyi tutan futbolcu (buna “çerçeveyi bulan” diyoruz), golü hak etmiştir. İki çalım atıp önünü açan futbolcu[1], topa da iyi vurmuşsa, onu çıkaracak bir kaleci istemez.

GOL GİBİ GOL OLSUN

Hayatta sosyal statü çok önemlidir, insanlar bunu sağlayan araçlara konsantre olur ve o yolda ilerlemek isterler. Futbol sahasında statü sağlayan tek araç goldür[2]. O halde gol nasıl olur?

Tercihen, uzun mesafeli ve falsolu bir şutla olur; yahut ipe dizme tabirinde olduğu gibi, çok kişiyi çalımlayıp atmak da beğenilir.

Çeşitli spektaküler hallerini saymaktansa, belki şöyle özetlemek doğrudur: mümkün olduğunca tek başına yapılan hali makbuldür.

İdeali tek başına olsa da, kolektif bir menzili olanlar da yok değildir, ancak bu kolektivite iki kişiyi geçmez. Bunun da, diyelim iki çeşidi vardır: Birincisi, sıkı bir orta ve kafa (yahut vole-röveşata); ikili bağları da güçlendirir. İkincisi, bütün meseleyi şahsen halledip boş kaleye yuvarlama işini arkadaşına bırakmaktır. Bu da itibarlıdır, ikili arasında eller çarpıştırılarak kutlanır.

Birinci örnekte, golün itibarı eşit paylaşılır, hatta ortanın uzunluğuna, komplikeliğine göre, asistçinin payı artabilir. Bu da, halı saha futbolunda kolektiviteyi öldürmek ve ikili ilişkileri güçlendirmek açısından verimli bir alan meydana getirir. Sağ bek mevkiinden sol arka direkteki forvet oyuncusuna doğrudan gönderilen falsolu mektuplar, bu tarz bir piyasa arayışının en belirgin ürünüdür.

Denklemin basit mantığını bir kerecik olsun yazmakta sakınca yok; golün zorluğu arttıkça itibarı da artar, o nedenle halı sahada basit olan değil, zor olan makbuldür.

Sağ bekten havalanan mektupların adrese ulaştığı enderdir[3]. Pek çoğunlukla, mektup gerçek hedefin neresi olduğu anlaşılamayacak kadar uzak bir adrese teslim olur. Öyle ki, gönderen niyeti yanlış anlaşılmasın diye alıcının adını haykırarak “pardon” anlamında sağ elini havaya kaldırır. Bunu iki açıdan ele alalım.

PARDON

Pardon, halı sahada en sık duyulan kelimedir. Kötü pasın mağdur olmuş alıcısından dilenen özür, sosyolojik olarak da ilginç bir özürdür. Öyle ki, pası atanın o pası atamayacağını zaten pası atmaya çalışan kişi dışında herkes bilir.

Sahanın en gerisinden en ilerisine atılan o pas, elbette arada kalan bütün aktörleri yok sayan, sadece en uçtakiyle ilişki kurmayı deneyen, böylece golün itibar payından yüklüce bir miktarı zimmetine geçirmeyi hedefleyen, gayet bencil ve üstelik beceriksiz bir girişimdir (ayrıca forvet olduğuna göre takımın en itibarlısı ile doğrudan ilişki kurabilme ayrıcalığı da içkindir –İ.K.).

Ancak özür, gayreti görmezden gelinen bütün takımdan değil, son derece uyanık bir biçimde sadece teslimattaki hata nedeniyle alıcıdan dilenir. Böylece niyetteki ihtiyari çarpıklık değil, topun istikametindeki gayri ihtiyari çarpıklık yargılanır ve beraat garantidir.

TAÇSIZ OYUN

Teslimat hatası için özür dilemek dışında da bu tatsız (ve yüksek) olasılığa karşı alınabilecek bazı tedbirler mevcuttur. En bilineni, taç kuralını kaldırmaktır. Böylece gönderici için teslimat alanı hayli genişler, son derece alakasız bir yönde seyreden paslar dahi tel örgüler vasıtasıyla alıcının yakınlarına bir yere düşebilir. Bu, uzun pası teşvik edici bir kural olduğu gibi, “duvar pası”nı ehlileştirmek gibi bir avantaj da sağlar. Böylelikle, kişisel oyunu çeşitlendirmek açısından son derece verimli bir alan açar. Bir taşla kaç kuş vurabilirsiniz?

DUVAR PASI (VER-KAÇ)

Futbolda estetik açıdan da ayrı bir yeri olan duvar pası maalesef iki kişi gerektirir, yani kolektif bir anlayış icbar eder. Dolayısıyla halı sahada yeri yoktur.

Halı sahada duvar pası girişimiyle topu arkadaşına atıp boş alana koşan futbolcu, çoğunlukla vardığı noktada topla buluşmak yerine, topu attığı arkadaşının itişe kakışa şut pozisyonuna girmeye çalışmasını ve topu kaptırmasını izlemek durumunda kalır.[4] Gerçek futbolda üç, belki dört pas öncesi öngörülmüş kurgulu hücumlar mümkünken, halı sahada top ayağına gelen her futbolcu kendi planını baştan yaptığı için çelişkili bir durum ortaya çıkar. Tek tek her oyuncuda yıkılan bir oyun planı nedeniyle sahada homurtu eksik olmaz.

Tel örgüler buna da çaredir. Topu alan oyuncu, sahada altı tane top bekleyen arkadaşı varken, verirse bir daha haber alma şansı olamayacağı için topu onlara değil, tel örgülere atarak yapar duvar pasını. Duvar itaatkârdır, pası aldığı açıyla geri verir, ama bazen yapısındaki yamukluk nedeniyle topu absorbe eder ve süratini düşürüp tellerin önünde bir sıkışma oluşmasına meydan verir. Bir yandan tellere tutunup sıkışan topu tekmeleyen iki üç tipleme de, halı saha futbolunun simgesel fotoğraflarından biridir.

(Devem edecek...)




[1] Deyişi Kıvanç Kolçak’tan aldım (İ.K.).
[2] Van Abras, Husnu, Futbolda Burun Ekonomisi ve Kobiler, Alafranga Kitaplık, 2002.
[3] Angelheart, Muchteba, Irony of fast break, Settlers, Illinois, 2002.
[4] Abbott, Bohadder, Take me to your heart, Milos, 2003.

Tribün Eksperi Abbas / FUTBOLU ÖLDÜRMEYİN

Abbas Balaban
“Hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme, ardınca gitme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar.” [İsra 17/36].

Bu haftaki maça bakarken, inanın bunu düşündüm. Bir federasyon düşünün ki, önünü arkasını düşünmeden sistemler kuruyor, uyguluyor.

"Denk kadrolar yaratacağız!"

İki haftadır, sistemin ürettiği kadrolar bir felaket değilse... 

Nedir Allah aşkınıza?

“Ve cehennemin getirildiği gün… İnsan işi anlar o gün! Ama anlamasının ne faydası var o gün!” [Fecr 89/23].

İki haftadır bu cehennemi yaşayan sevgili topçu kardeşlerim; sizler sistemin kurbanlarısınız, suçu kendinizde aramayın.

Bir yanda Kerembey, Şiarbey, iki haftadır sistemin sefahatini sürüyor, keyfini çıkarıyor.

Öbür yanda Müçübey mesela, yahut Bahadırbey, zulm olsun diye kurulmuş kadrolarda yer alıp Sparta ordusu gibi rakiplere karşı mücadele etmek zorunda kalıyor.

"Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler." [Ali İmran Suresi, 160]

El açıp göğe mi baksınlar? Soruyorum Eyy federasyon yetkilileri!

Bu mu bu kıymetli topçu kardeşlerimize reva gördüğün futbol geleceği?

Her ne halse; Fıratbey geçtiğimiz haftaki yenilgiden ders almış görünüyor. Hasanbey'e karşı hem kâğıt üstünde, hem de yeşil sahada bariz bir üstünlük kurmayı becerdi.

İnsan merak ediyor: acaba kimden öğrendi kadro kurmayı!

Oyuncularını da etkili oldukları yerlerde oynattı doğrusu.

Haftalardır oynamayan Osmanbey kendine iyi bakmış; Kerembey her zamanki gibi her yere yetişiyor; Şiar beyin hırsı rakibi yıldırıyor; Kemalbey, İnançbey, hepsi yıldızlaştı bu hafta.

Ama hepsinin içinden bir ismi ayırmak farzdır sevgili okur:

Sezarbey bir başkaydı bu hafta.

2014 12. hafta puan durumu



19 Mart 2014 Çarşamba

19.03.2014 tarihli kadro TEŞEKKÜLÜ

Her iki seçici de Merkez binamızda görevli olduğu için kadro teşekkülü maç saati beklenmeden yapılmış ve aşağıdaki kadrolar kesinlik kazanmıştır. İyi maçlar dileriz.



19.03.2014 Tarihli müsabaka kadrosu

13 başvuru içinden Suatbey sakatlığının hâlâ tam geçmediğini ileri sürerek ayrılmış, kalan 12 kişiye Resul ve Şiar beylerin katılımıyla 14 kişi tamamlanmıştır.

Devamlı kadrodan 12 kişi arasında yapılan seçici çekilişinde Fırat ve Hasan beyler çıkmıştır. Öncelik hakkı Fıratbey'in olmuştur.

Böylece kadro katılım ve oluşum tablosu aşağıdaki şekilde gerçekleşmiştir:






14 Mart 2014 Cuma

YAZI DİZİSİ / HALI SAHA FUTBOLU (2)

Beden ve terbiyeci Prof.  Dr. İSMAİL KERPİÇ
Geçen hafta "Fakat çoğu zaman bu seçeneklerden daha basit olan, değişmeli kalecilik sistemi uygulanır, her oyuncu mecburi askerlik hizmeti gibi futbol ömrünün belirli bir süresini kaleci olarak idrak eder. Askerlik örneğini basit bir benzerlikten yola çıkarak seçmedik, zira burada da çürüğe ayrılmak veya bakaya olmak, kaçmak, hatta firar etmek gibi yan yollar mevcuttur ve kullanılır." demiştik. Oradan devam ediyoruz:


KALECİ SENDROMU

Dönüşümlü kalecilik sisteminin temelinde, maç süresinin oyuncu sayısına bölünerek, herkesin eşit sürede kalecilik yapması vardır. Ancak bu eşitlik elbette mutlak bir eşitlik değildir. Maçın başında kaleye geçip bir daha bu konuyu hiç düşünmemekle, heyecanın dorukta olduğu son bölümde geçmek arasında, ya da tam oyuna ısınmış ve havaya girmişken geçmek zorunda kalmak arasında azımsanmayacak bir fark vardır. Bu nedenle, ayrıcalığı en meşru yoldan kazanmak isteyenler, kaleye ilk geçme konusunda ısrarcı olurlar.

Ama bu kadar meşru olmamakla birlikte, bundan daha cazip seçenekler de yok değildir.

BAKAYA VE KALECİ KAÇAĞI

Kaleye geçme sırasını devamlı devrederek en sona kalma ve mümkünse unutturma yoluyla, hiç kaleye geçmeden maçı tamamlama yoluna girenlere bakaya denir. Bakayalar genellikle son çeyrekte yakalanıp kalelerine teslim edilir. Ancak bazıları emellerinde başarılı olurlar ve hiç kaleye geçmeden maçı tamamlamayı başarırlar. Bunlar da kaleci kaçağı diye adlandırılırlar.[1]

ÇÜRÜĞE AYRILMAK

Kaleciyi çürüğe çıkartan olsa olsa eliyle ilgili sakatlıklardır. Sert bir şut, bazen kalecinin parmağını geriye doğru esnetmek suretiyle can yakar. Daha ciddi durumlar da yaşanabilir elbette; parmak ezilebilir, kırılabilir… ama can yanması yeterlidir. Hava değişikliği kurtarmaz, kaleci derhal terhis edilir. Ve bu tarz bir sakatlık fırsatı çoğunlukla vuku bulduğu maçla sınırlı bırakılmaz, sakatlık anının şahidi de bol olduğu ve muhatap da o olduğu için, birkaç hafta “beyler yalnız ben kaleye geçemeyeceğim, ona göre” diyenler, işte bu çürüğe ayrılmak suretiyle, mecburi hizmetten yırtanlardır.[2]

KISA DÖNEM

Devre biterken kaleye geçip ikinci devreye yine sahada başlayarak kaleciliğini kısa dönem yapanlar da yok değildir. Böyleleri, “kaleciliğimi bir an evvel yapayım da bitsin” diye düşünenlerin aculluğundan faydalanırlar.

ERKEN TERHİS

En arzulanmayanı da erken terhisçilerdir. Bunlar, gayriciddi tavırlarla üst üste goller yiyerek birinin gelip “hadi çık kaleden” demesini bekleyen vatan hainleridir. Özünde, takımın kazanabilmesi için kendilerinin sahada olması gerektiğine inanırlar ve takım arkadaşlarının da böyle düşündüğünü sanır yahut sanmak isterler. Bu tipler kaleye geçtikleri kısa süre içinde maç skorunda devalüatif değişimlere sebep oldukları için en sevilmeyenlerdir.[3]

Bütün bu kolay yollar dışında, en masum ve sorumluluk duygusu taşıyan oyuncular bile, kalecilik konusunda yetersiz kaldıkları için dönüşümlü kalecilik gerçek futbola uygun bir şey değildir, ama ileride sayacağımız nedenlerden dolayı, halı saha futbolunun ruhuna fena halde uygundur.

KALECİ ISRARI
Peki neden kaleci olmak isteyen yoktur? Buna basit bir mantıki izah getirebiliriz: Halı saha futbolu gol atmak için oynanır, o halde kaleci olup da insan ne yapsın?

Kaleci, bir savunma hattının son unsurudur; bütün cepheler devrildikten sonra kaleyi koruyan son neferdir. Ancak halı sahada savunma cepheleri hep birlikte gol arama peşinde olduklarından, kaleci çoğu zaman üç-dört düşmana karşı tek başınadır. Üstelik, üçe-bir gibi kolay bir golü atmak kişisel itibara bir şey katmayacağı için genelde böyle pozisyonlarda, bütün maç boyunca yapılandan fazla pas yapılır, herkes bir yanındakine ikram eder ve kaleci çaresizce bu yüce gönüllü alışverişi izlemek ve nihayet golü yemek zorunda kalır. Bu kompozisyonda, elbette herkes hücum eden tarafta yer almayı tercih edecektir. Ama oraya ille bir kaleci de iliştirilmesi gerekiyorsa, mesele mecburen geçici tayinle halledilir ve iş, salla başını al maaşını mantığıyla görülür.[4]

SAVUNMA
Savunma, halı saha futbolunda yeri olmayan bir şeydir. Bunun nedeni, aynı kaleci gibi, savunma oyuncusu diye bir şeyin olmaması yahut çok nadir olmasıdır. Fakat savunma oyuncusu kaleci gibi özel kurallara tâbi, veyahut fiziki ayırtaçlara sahip olmadığı için, kâğıt üstünde olup, saha üstünde olmamayı becerebilir. Yani savunma göreviyle sahaya sürülen, fakat kendisinden beklenen bölgeye uğramadan maçı bitiren savunma oyuncuları olabilir.

Halı saha futbolcusu sahaya resital sunmak için çıkar, demek ki bunu yapacak yetenekleri olduğunu düşünmektedir. Yetenekleri olduğunu düşünen herkes, resital için çıkacağına göre, savunma yapmak, yeteneği olmadığını düşünenlere kalır. Peki böyle bir kimse var mıdır?

Vardır. Azdır ama vardır. İkiye ayrılırlar: sahiden yeteneksiz olduğunu düşünüp, sosyal ilişkilerini kollamak için halı sahaya çıkma cesareti gösterenler ve gizli yeteneğine inanıp, savunma görevini asıl yeteneğini ıspatlamak için kabul eder görünen takiyeciler[5] (ki bunlar her şeyi mahvetmekte 1 numaradırlar).

Halı saha savunmacısı, genellikle topçu grubun futbol muhabbetlerine giremeyen, futboldaki yeteneksizliğinden ziyade, hayattaki yeteneksizliği nedeniyle geri planda kalan, sosyal ortamlara özenmekle yetinen insan grubundan çıkar[6]. Bu eksikliğin bir tezahürü olarak kendilerini sahada göstermek ve sevdirmek arzuları vardır. Fakat maalesef bir halı saha futbolcusuna, savunma meziyetleriyle kendini sevdirmek mümkün değildir. Onun için bu savunma oyuncusunun savunma mesaisi de, başlama düdüğünü takiben defnedilir.

Bu oyuncu tipinin kendini göstermek için topla yaptığı akrobatik hareketler, halı saha futbolunun olmazsa olmazıdır. Top sürmesi dahi başlı başına bir cambazlık olarak temaşa edilebilir. Ama aynı türde oyuncuların karşı tarafta da olması elbette böyle oyuncuların da nadiratla birlikte gol atabilmelerinin vesilesidir ve görülmeye değer anlardır bunlar.

O an, hayatlarının (kaderlerinin) değiştiğini sanırlarsa da golün ömürlerine öyle bir etkisi olmayacak, yetenekli halı saha topçusunun kuru bir “bravo”sundan başka bir ödül görmeyeceklerdir. Bu nedenle ilerleyen yıllarda bu tip futbolcularda bariz bir bıkkınlık haleti ruhiyesi endikedir.

(Devam edeceğiz)




[1] Belge, Cihan, Standart Bacak Sapması, İletişim Yay., 2003, s. 56.
[2] Gürpes, Gökhan, Otorite Arayışı ve Baba Figürü, Ayrıksı Yay., 1998, s. 234.
[3] Absent, Samir, Délégation de la fugitivité, Gallimard, 1987.
[4] Çetinkale, Doğhan, Eldivenlerimin Ardında, Def Yayınları, 2001, s.67.
[5] Akpınar, Erkan ve Alasya, Erman, Gittim Dönemem, Bek Yayınları, 2012, s. 45.
[6] Dümen, Hardal, Sınıfların Fakirliği, Bireyin Zenginliği, Ayrıntı, 1986.

13 Mart 2014 Perşembe

Hurşut'ça... / CENAZE DOLAYISIYLA KAPALIYIZ...

Hurşut Atamayır
"Neredesin abi?" diye soranlara Okmeydanı'ndaydım diyorum.

"Neden?" diye soranlara cenazemiz vardı diyorum.

"Kimin cenazesi?" diye soran olacaktır, 15 yaşında bir çocuğun, Berkin Elvan'ın.

"Kiminleydin" ve "peki ya maç yazısı ne oldu?" soruları gelebilir: Düştüğü adadan memlekete döndükten hemen sonra bize katılan Abbas (ki pek anlaşamayız bilen bilir) ve milyona yakın insanla birlikteydim. Maç yazısı önemli tabii, bizim işimiz neticede ve fakat "hayat fena halde futbola benzer ama bazen hayat sadece hayattır" da diyorum...  


Tribün Eksperi Abbas / VAY ANAM VAY

Abbas Balaban
Asya Yılın Spor Adamı ödülünü almak için Kuala Lumpur'daydım sevgili dostlar. Şimdi Hurşut olsa Kuala Lumpur'un batısında Madagaskar... diye başlamıştı, ben tabii öyle yapmayacağım. Öncelikle, beni bu ödüle layık gören tüm Asyalı kardeşlerime yürekten teşekkür ediyorum.

Dönüşte, oradan İstanbul'a direkt uçuş olmadığından Pekin üzerinden bir bilet buldum. Uçakta cam kenarında oturmuş, bir yandan yukarıdan bulutlara, bir yandan da önümdeki ekrandan, uçağımızın okyanus üzerindeki rotasına bakıyordum ki birden ekrandaki uçağımız yok oldu; ardından bir takım sarsıntılar ve bir patlama derken şuurumu kaybetmişim. Uyandığımda, kendimi bir adada buldum.

Baktım bizim uçak düşmüş, etraf yaralılarla dolu. Çok şükür benim bir şeyim yok sevgili dostlar, dualarınız sayesinde, diye düşünüyorum. Gençten bir doktorun yardımıyla toparlandık, bir araya geldik. Herkes bir işin peşine düştü. Bense, görevim gereği, bu haftaki maçı izleyebileceğim bir yer arandım.

Öyle ya, sistem değişmiş, neredeyse bir devrim gerçekleşmiş, ilk müsabaka oynanacak, kaçırsam olmazdı. Deniz kenarında, dört ahşap direğin üstü sazlarla örtülmüş bir çay bahçesi buldum. Televizyon da vardı. Oradaki müşteriler Çinli bir adamın vaazı gibi bir şey dinliyorlardı. Rica ettim, bizim kanalı açtılar, maç henüz başlamıştı.

Ne göreyim! Bir takım 7, diğer takım 5 kişi! Nasıl olur diyorum; düşünüyorum... Hüsnü Bey'in zamanında 7'lik takım bir adamını diğerine verir, 6'ya 6 oynanırdı. İnsanlık da mı öldü dedim!

Endüstriyel futbola, kazanmaktan başka bir şeyin değerinin kalmadığı futbola lanet ettim. Ama maçı da seyrettim.

5 kişilik takım Hüsnü Bey'in takımıydı. Olağanüstü bir direnç gösterdiler. Fıratbey'in takımı ise girdiği bütün pozisyonları cömertçe harcıyordu. Nartallo kılıklıya kızarım, Sezarbey'i görünce söylediklerimden utandım: dördü penaltı, altısı boş kale, tam yirmi iki pozisyonu harcadı.

Devre 2-1 biterken Hüsnübey'in eksiklerinden biri geldi ve gelmesiyle 2-2 olup devre bitti.

İkinci eksik de 40. dakikaya doğru geldi. Ondan sonra Hüsnübey'in takımı şahlandı ve müsabakayı 6-3 kazandı.

Böyle bir müsabakanın analizi yapılamaz herhalde (belki Hurşut yapar). Ama şunu söylemek lazım; Resulbey rakip kalecinin top çıkarırken teslim ettiği topu doğruca eksik takıma geri vererek, bu azgın endüstriyel futbol zihniyetine büyük bir centilmenlik dersi vermiştir. Üstelik, köşeye attığı penaltı direğe sürtüp de dışarı çıkınca bilerek atmadım diyenler gibi değil; gerçek bir insanlık dersi vermiştir.

O nedenle, futbolun bir kıymetinin kalmadığı şu günde ben Resulbey'i maçın adamı seçiyorum.

Ve inşallah, bulduğum ilk uçakla buradan memlekete dönüyorum.

2014 11. hafta puan durumu



12 Mart 2014 Çarşamba

12.03.2014 MÜSABAKA KADRO DURUMLARI

Toplam 13 başvurudan Erkan ve Kemalbeyler cenaze işleri için geri çekilince kalan 11 kişiye Resulbey eklenerek 12 kişi tamamlanmıştır.

14 kişinin tamamlanması için Şiar ve Mehmet beylerden haber beklenmektedir.

Bu arada seçici çekilişine katılacak 11 kişinin ismi belli olduğundan yeni sistemin ilk çekilişi Hüsnü Paşa'nın nezaretinde yapılmıştır ve aşağıdaki gibi sonuçlanmıştır:



Yani, ilk seçme hakkı Fıratbey'de olmak üzere, yeni sistemin ilk maçında kadroyu kurma şerefi Hüsnü Paşa'ya nail olmuş ve hükümetimiz bunu salt bir tesadüf olarak değerlendirmek gafletine düşmemiştir. Elbette, bu ilahi bir takdirdir ve üzerimizdeki kara bulutları dağıtmak için yukarıdan gelen bir mesajdır.

İnanıyoruz ki, Fıratbey kardeşimiz de, bu kutlu gün şerefine, ilk seçme hakkını kurucu Paşa babamıza devretmek nezaket ve inceliğini gösterecektir.

İletişimspor kamuoyuna hayırlı olması dileğiyle.

11 Mart 2014 Salı

HALI SAHA FUTBOLU

HALI SAHA FUTBOLU

GİRİŞ

Beden ve Terbiyeci Prof. Dr. İsmail Kerpiç
Futbol bir takım oyunudur.  Halı saha futbolu ise bunun tam tersidir ve asla bir takım oyunu değildir. Futbol hücumla birlikte bir savunma oyunudur. Oysa halı saha futbolu sadece bir hücum oyunudur. Bazı futbol uzmanları futbolun bir pas oyunu olduğunu söyler[1], halı saha futbolu bir pas oyunu değildir, çalım, orta, şut gibi estetize faaliyetler üzerine kurulu bir oyundur. Futbol elbette basit bir oyundur[2], halı saha futbolu ise kolay bir oyundur. Futbol yirmi iki kişinin mücadele ettiği ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur[3], halı saha futbolunda ise 22 kişi oynamaz, gol atan kazanır.

Burada, futbol ile halı saha futbolunun arasındaki farklar üzerinden, bir halı saha futbolu incelemesi yapmaya çalışacağız. Savunma mantalitesi, duvar pası, forvetle doğrudan ilişki, bireysel hazlar ve tatminsizlikler gibi önemli hususları ayrı ayrı başlıklar halinde ve bilimsel bir bakışla ele alacağız.

GERÇEK FUTBOL VS HALI SAHA FUTBOLU

Gerçek futbol dediğimiz profesyonel futbol, sıra sıra savunma hatlarıyla, en sonda cengâver bir kale bekçisiyle berkitilmiş bir kaleye gol atmak üzere kurgulanmış bir takım oyunudur. Aynı şey rakip için de geçerlidir. Bu doğrultuda, kimi savunma ağırlıklı, kimi hücum ağırlıklı becerilerle donanmış 11’er kişi bir görev paylaşımı yaparak bir yandan kalelerini korumaya, bir yandan da öbür kaleye gol atmaya çalışırlar.

Halı saha da, uzaktan bakıldığında, bu oyunun küçültülmüş hali gibi görünür. Saha ve kaleler daha küçüktür, 11 yerine 7 ya da 8 kişi vardır ve kurallar aşağı yukarı aynıdır. Heyhat, yakından bakınca, hiç de öyle olmadığını görürsünüz. Halı saha futbolu tamamen ayrı bir mantıkla donanmış, bambaşka bir oyundur. Yapılan “iş” değil, işi “kim”in yaptığı önemlidir ve tamamen bunun üstüne kurulu bir duygusal-psikolojik atmosferde icra edilir. Bir müsabaka bittiğinde, futbolcuların yüzlerindeki ifadeye bakarak, sadece gol atamayanların yenildiğini, diğerlerinin hepsinin kazandığını anlarsınız. Bu da bambaşka bir görev dağılımı gerektirir. Bu dağılım kişisel beceriye göre değil, sosyal ağırlığa, hegemonik tavırlara, egosal kriterlere göre belirlenebilir. Dolayısıyla savunma/hücum kurgusu gerçek futboldan farklı olur.

3-5-2 Mİ 4-4-2 Mİ… HALI SAHADA TAKIM KURGUSU

Futbolun aksine, halı sahalarda bir boy standardı olmadığı için, takımların oyuncu sayısında da bir standart yoktur. Bu sayı, öncelikle sahaların boylarına göre, ardından da, imkânlara göre belirlenir. Kimi halı saha grubu çok adamla uğraşırken kimi de bir türlü istediği sayıda adamı bir araya toplayamaz.

Bu sorunlar ve çelişkiler bir yana bırakıldıktan sonra, mesele, 6 yahut 7 kişilik takımın sahaya nasıl dizileceğidir. Örneğin yedi kişilik –kalecisi dahil– bir takımın fiiliyatta sahaya 0-0-6 şeklinde dizileceği bellidir, ama kâğıt üstünde nasıl olacaktır? Bir kaleci gerekmektedir, yanı sıra savunma oyuncularına ihtiyaç vardır. Bunlar nerden bulunacaktır?

Kaleci bulmak zor bir iştir, çoğunlukla mümkün bile değildir. Bunun sebeplerini ileride göreceğiz. Bazı halı saha işletmeleri, aracılık ederek, parayla kaleci ayarlama sistemi kurmuşlardır. Aynı zamanda İnternet üzerinden de bu hizmeti verenler[4] vardır.

Fakat çoğu zaman bu seçeneklerden daha basit olan, değişmeli kalecilik sistemi uygulanır, her oyuncu mecburi askerlik hizmeti gibi futbol ömrünün belirli bir süresini kaleci olarak idrak eder. Askerlik örneğini basit bir benzerlikten yola çıkarak seçmedik, zira burada da çürüğe ayrılmak veya bakaya olmak, kaçmak, hatta firar etmek gibi yan yollar mevcuttur ve kullanılır.

KALECİ SENDROMU

Dönüşümlü kalecilik sisteminin temelinde, maç süresinin oyuncu sayısına bölünerek, herkesin eşit sürede kalecilik yapması vardır. Ancak bu eşitlik elbette mutlak bir eşitlik değildir. Maçın başında kaleye geçip bir daha bu konuyu hiç düşünmemekle, heyecanın dorukta olduğu son bölümde geçmek arasında, ya da tam oyuna ısınmış ve havaya girmişken geçmek zorunda kalmak arasında azımsanmayacak bir fark vardır. Bu nedenle, ayrıcalığı en meşru yoldan kazanmak isteyenler, kaleye ilk geçme konusunda ısrarcı olurlar.

Ama bu kadar meşru olmamakla birlikte, bundan daha cazip seçenekler de yok değildir.

BAKAYA VE KALECİ KAÇAĞI

Kaleye geçme sırasını devamlı devrederek en sona kalma ve mümkünse unutturma yoluyla, hiç kaleye geçmeden maçı tamamlama yoluna girenlere bakaya denir. Bakayalar genellikle son çeyrekte yakalanıp kalelerine teslim edilir. Ancak bazıları emellerinde başarılı olurlar ve hiç kaleye geçmeden maçı tamamlamayı başarırlar. Bunlar da kaleci kaçağı diye adlandırılırlar.[5]

ÇÜRÜĞE AYRILMAK

Kaleciyi çürüğe çıkartan olsa olsa eliyle ilgili sakatlıklardır. Sert bir şut, bazen kalecinin parmağını geriye doğru esnetmek suretiyle can yakar. Daha ciddi durumlar da yaşanabilir elbette; parmak ezilebilir, kırılabilir… ama can yanması yeterlidir. Hava değişikliği kurtarmaz, kaleci derhal terhis edilir. Ve bu tarz bir sakatlık fırsatı çoğunlukla vuku bulduğu maçla sınırlı bırakılmaz, sakatlık anının şahidi de bol olduğu ve muhatap da o olduğu için, birkaç hafta “beyler yalnız ben kaleye geçemeyeceğim, ona göre” diyenler, işte bu çürüğe ayrılmak suretiyle, mecburi hizmetten yırtanlardır.[6]

KISA DÖNEM

Devre biterken kaleye geçip ikinci devreye yine sahada başlayarak kaleciliğini kısa dönem yapanlar da yok değildir. Böyleleri, “kaleciliğimi bir an evvel yapayım da bitsin” diye düşünenlerin aculluğundan faydalanırlar.

ERKEN TERHİS

En arzulanmayanı da erken terhisçilerdir. Bunlar, gayriciddi tavırlarla üst üste goller yiyerek birinin gelip “hadi çık kaleden” demesini bekleyen vatan hainleridir. Özünde, takımın kazanabilmesi için kendilerinin sahada olması gerektiğine inanırlar ve takım arkadaşlarının da böyle düşündüğünü sanır yahut sanmak isterler. Bu tipler kaleye geçtikleri kısa süre içinde maç skorunda devalüatif değişimlere sebep oldukları için en sevilmeyenlerdir.[7]

Bütün bu kolay yollar dışında, en masum ve sorumluluk duygusu taşıyan oyuncular bile, kalecilik konusunda yetersiz kaldıkları için dönüşümlü kalecilik gerçek futbola uygun bir şey değildir, ama ileride sayacağımız nedenlerden dolayı, halı saha futbolunun ruhuna fena halde uygundur.

KALECİ ISRARI

Peki neden kaleci olmak isteyen yoktur? Buna basit bir mantıki izah getirebiliriz: Halı saha futbolu gol atmak için oynanır, o halde kaleci olup da insan ne yapsın?

Kaleci, bir savunma hattının son unsurudur; bütün cepheler devrildikten sonra kaleyi koruyan son neferdir. Ancak halı sahada savunma cepheleri hep birlikte gol arama peşinde olduklarından, kaleci çoğu zaman üç-dört düşmana karşı tek başınadır. Üstelik, üçe-bir gibi kolay bir golü atmak kişisel itibara bir şey katmayacağı için genelde böyle pozisyonlarda, bütün maç boyunca yapılandan fazla pas yapılır, herkes bir yanındakine ikram eder ve kaleci çaresizce bu yüce gönüllü alışverişi izlemek ve nihayet golü yemek zorunda kalır (bu pozisyonların kaçma yüzdesi de çok yüksektir aslında, ileride göreceğiz).

Bu kompozisyonda, elbette herkes hücum eden tarafta yer almayı tercih edecektir. Ama oraya ille bir kaleci de iliştirilmesi gerekiyorsa, mesele mecburen geçici tayinle halledilir ve iş, salla başını al maaşını mantığıyla görülür.[8]

SAVUNMA

Savunma, halı saha futbolunda yeri olmayan bir şeydir. Bunun nedeni, aynı kaleci gibi, savunma oyuncusu diye bir şeyin olmaması yahut çok nadir olmasıdır. Fakat savunma oyuncusu kaleci gibi özel kurallara tâbi, veyahut fiziki ayırtaçlara sahip olmadığı için, kâğıt üstünde olup, saha üstünde olmamayı becerebilir. Yani savunma göreviyle sahaya sürülen, fakat kendisinden beklenen bölgeye uğramadan maçı bitiren savunma oyuncuları olabilir.

Halı saha futbolcusu sahaya resital sunmak için çıkar, demek ki bunu yapacak yetenekleri olduğunu düşünmektedir. Yetenekleri olduğunu düşünen herkes, resital için çıkacağına göre, savunma yapmak, yeteneği olmadığını düşünenlere kalır. Peki böyle bir kimse var mıdır?

Vardır. Azdır ama vardır. İkiye ayrılırlar: sahiden yeteneksiz olduğunu düşünüp, sosyal ilişkilerini kollamak için halı sahaya çıkma cesareti gösterenler ve gizli yeteneğine inanıp, savunma görevini asıl yeteneğini ıspatlamak için kabul eder görünen takiyeciler[9] (ki bunlar her şeyi mahvetmekte 1 numaradırlar).

Halı saha savunmacısı, genellikle topçu grubun futbol muhabbetlerine giremeyen, futboldaki yeteneksizliğinden ziyade, hayattaki yeteneksizliği nedeniyle geri planda kalan, sosyal ortamlara özenmekle yetinen insan grubundan çıkar[10]. Bu eksikliğin bir tezahürü olarak kendilerini sahada göstermek ve sevdirmek arzuları vardır. Fakat maalesef bir halı saha futbolcusuna, savunma meziyetleriyle kendini sevdirmek mümkün değildir. Onun için bu savunma oyuncusunun savunma mesaisi de, başlama düdüğünü takiben defnedilir.

Bu oyuncu tipinin kendini göstermek için topla yaptığı akrobatik hareketler, halı saha futbolunun olmazsa olmazıdır. Top sürmesi dahi başlı başına bir cambazlık olarak temaşa edilebilir. Ama aynı türde oyuncuların karşı tarafta da olması elbette böyle oyuncuların da nadiratla birlikte gol atabilmelerinin vesilesidir ve görülmeye değer anlardır bunlar.

O an, hayatlarının (kaderlerinin) değiştiğini sanırlarsa da golün ömürlerine öyle bir etkisi olmayacak, yetenekli halı saha topçusunun kuru bir “bravo”sundan başka bir ödül görmeyeceklerdir. Bu nedenle ilerleyen yıllarda bu tip futbolcularda bariz bir bıkkınlık haleti ruhiyesi endikedir.


HALI SAHA FUTBOLUNDA GAYE NEDİR?

Halı saha futbolu bir kişisel tatmin oyunudur. Gaye, hem gol atmak, hem de golün mümkün olduğunca fazla kişi tarafından takdir almasıdır. Demek ki, takdire şayan gol atmaktır. Böyle bir gol ya yetenek gerektirir, ya da rakip cephede müdafi yetersizlik gerektirir.

Bu nedenle iyi kaleci ve iyi savunmacı, halı sahada aranan unsurlar değildir. Hiç olmamaları istenmez ama iyisine de gerek yoktur. Çünkü bir şutun çekilebilmesi için gevşek bir savunma, o şutun gol olabilmesi için de kötü bir kaleci gereklidir. Halbuki şutu kaleyi tutan futbolcu (buna “çerçeveyi bulan” diyoruz), golü hak etmiştir. İki çalım atıp önünü açan futbolcu[11], topa da iyi vurmuşsa, onu çıkaracak bir kaleci istemez.

GOL GİBİ GOL OLSUN

Hayatta sosyal statü çok önemlidir, insanlar bunu sağlayan araçlara konsantre olur ve o yolda ilerlemek isterler. Futbol sahasında statü sağlayan tek araç goldür[12]. O halde gol nasıl olur?

Tercihen, uzun mesafeli ve falsolu bir şutla olur; yahut ipe dizme tabirinde olduğu gibi, çok kişiyi çalımlayıp atmak da beğenilir.

Denklemin basit mantığını bir kerecik olsun yazmakta sakınca yok; golün zorluğu arttıkça itibarı da artar, o nedenle halı sahada basit olan değil, zor olan makbuldür. Aksi yönden baktığımızda şunu da çok açık görürüz. Hiç savunma olmayan durumda, kaleciye karşı üç, dört kişi gittiği zaman, golü atmak o kadar kolaydır ki, kimse atmak istemez, o pozisyonda bütün bir maç boyu yapılandan fazla pas yapılır ve genellikle zor olan başarılır, gol kaçırılır...

Onun için, golün çeşitli spektaküler hallerini saymaktansa, belki şöyle özetlemek doğrudur: mümkün olduğunca tek başına yapılan hali makbuldür.

Öte yandan, aranan türde golün, kolektif bir menzili de yok değildir, ancak bu kolektivite iki kişiyi geçmez. Bunun da iki çeşidi vardır: Birincisi, sıkı bir orta ve kafa (yahut vole-röveşata); ikili bağları da güçlendirir. İkincisi, bütün meseleyi şahsen halledip boş kaleye yuvarlama işini arkadaşına bırakmaktır. Bu da itibarlıdır, ikili arasında eller çarpıştırılarak kutlanır.

Birinci örnekte, golün itibarı eşit paylaşılır, hatta ortanın uzunluğuna, komplikeliğine göre, asistçinin payı artabilir. Bu da, halı saha futbolunda kolektiviteyi öldürmek ve ikili ilişkileri güçlendirmek açısından verimli bir alan meydana getirir. Sağ bek mevkiinden sol arka direkteki forvet oyuncusuna doğrudan gönderilen falsolu mektuplar, bu tarz bir piyasa arayışının en belirgin ürünüdür.

Ancak elbette, sağ bekten havalanan mektupların adrese ulaştığı enderdir[13]. Pek çoğunlukla, mektup gerçek hedefin neresi olduğu anlaşılamayacak kadar uzak bir adrese teslim olur. Öyle ki, gönderen niyeti yanlış anlaşılmasın diye alıcının adını haykırarak “pardon” anlamında sağ elini havaya kaldırır. Bunu iki açıdan ele alalım.

PARDON

Halı sahada en sık duyulan kelimedir. Kötü pasın mağdur olmuş alıcısından dilenen özür, sosyolojik olarak da ilginç bir özürdür. Pası atanın o pası atamayacağını zaten pası atmaya çalışan kişi dışında herkes bilir. Sahanın en gerisinden en ilerisine atılan o pas, elbette arada kalan bütün aktörleri yok sayan, sadece en uçtakiyle ilişki kurmayı deneyen, böylece golün itibar payından yüklüce bir miktarı zimmetine geçirmeyi hedefleyen, gayet bencil ve üstelik beceriksiz bir girişimdir (ayrıca forvet olduğuna göre takımın en itibarlısı ile doğrudan ilişki kurabilme ayrıcalığı da içkindir –İ.K.).

Ancak özür, oynama hevesi hiçe sayılan bütün takımdan değil, son derece uyanık bir biçimde sadece teslimattaki hata nedeniyle alıcıdan dilenir. Böylece niyetteki ihtiyari çarpıklık değil, topun istikametindeki gayri ihtiyari çarpıklık yargılanır ve beraat garantidir.

TAÇSIZ OYUN

Teslimat hatası için özür dilemek dışında da bu tatsız (ve yüksek) olasılığa karşı alınabilecek bazı tedbirler mevcuttur. En bilineni, taç kuralını kaldırmaktır. Böylece gönderici için teslimat alanı hayli genişler, son derece alakasız bir yönde seyreden paslar dahi tel örgüler vasıtasıyla alıcının yakınlarına bir yere düşebilir. Bu, uzun pası teşvik edici bir kural olduğu gibi, “duvar pası”nı ehlileştirmek gibi bir avantaj da sağlar. Böylelikle, kişisel oyunu çeşitlendirmek açısından son derece verimli bir alan açar. Bir taşla kaç kuş vurabilirsiniz?

DUVAR PASI (VER-KAÇ)

Futbolda estetik açıdan da ayrı bir yeri olan duvar pası maalesef iki kişi gerektirir, yani kolektif bir anlayış icbar eder. Dolayısıyla halı sahada yeri yoktur.

Halı sahada duvar pası girişimiyle topu arkadaşına atıp boş alana koşan futbolcu, çoğunlukla vardığı noktada topla buluşmak yerine, topu attığı arkadaşının itişe kakışa şut pozisyonuna girmeye çalışmasını ve topu kaptırmasını izlemek durumunda kalır.[14] Gerçek futbolda üç, belki dört pas öncesi öngörülmüş kurgulu hücumlar mümkünken, halı sahada top ayağına gelen her futbolcu kendi planını baştan yaptığı için çelişkili bir durum ortaya çıkar. Tek tek her oyuncuda yıkılan bir oyun planı nedeniyle sahada homurtu eksik olmaz.

Tel örgüler buna da çaredir. Topu alan oyuncu, sahada altı tane top bekleyen arkadaşı varken, verirse bir daha haber alma şansı olamayacağı için topu onlara değil, tel örgülere atarak yapar duvar pasını. Duvar itaatkârdır, pası aldığı açıyla geri verir, ama bazen yapısındaki yamukluk nedeniyle topu absorbe eder ve süratini düşürüp tellerin önünde bir sıkışma oluşmasına meydan verir. Bir yandan tellere tutunup sıkışan topu tekmeleyen iki üç tipleme de, halı saha futbolunun simgesel fotoğraflarından biridir.

TOP KAPTIRMA

Halı saha futbolu kolay bir oyundur diye yazmıştık, bunu şöyle açabiliriz:

Amaç gol atmaktır, bu amacı engelleyici unsurlar izah etmeye çalıştığımız gibi, son derece gevşektir, çoğu zaman yok seviyesindedir. İşi zorlaştıran, yardım kabul etmeme zihniyetidir.

Hücuma kalkan bir takım, nihayetinde topu tek kişi kullanacak olsa da, bütün unsurlarıyla ileri çıkar; belki top gelir ümidi, halı saha topçusunu her daim sahada tutan yegâne ama fuzuli bir umuttur. Ekseriyetle böyle de olur. Takım bir bütün olarak ileri çıktığında, topu götürme işini üstlenen kişi, gidebildiği yere kadar kendi götürmeye çalışır, gidemediği yerde de topu kaptırır.

Cengâverâne bir koşuyla götürmeye çalıştığı topu kaptırdığında üstüne ani bir durgunluk çöker, ellerini beline koyup yere bakarak kendi etrafında döner ve ağır adımlarla dönüş yoluna çıkıp olacakları izlemeye başlar. Bir yandan da, içinde kendi olmayan birtakım unsurlara, belki dış mihraklara veryansın etmektedir...

Bu esnada olacaklar da aşağı yukarı şöyledir: Topu kapan taraf, golü atmaya hevesli 4-5 oyuncusuyla, ileri çıkamamış tek savunma oyuncusu ve biçare kalecinin üstüne doğru gider. Top elbette, topu kapan oyuncudadır ve tek savunma oyuncusu da gayri ihtiyari ona doğru hareketlenir. Sahanın öbür yanında, yani savunma tarafından kimsenin olmadığı yanında, birkaç futbolcu aniden gelen bir enerjiyle rakip kaleye doğru harekete geçmiş, top gelirse ne yapacağının hayallerini kurmaya başlamıştır. 

İşte böyle akınlarda, topu taşıyan oyuncunun topu o tek savunma oyuncusuna kaptırdığı nadir değildir – hatta belki bir halı saha kanunudur ve bir savunma oyuncusunun yegâne zafer imkânıdır.

Kaptırmamayı başaranlar da, evvelki bölümlerde andığımız karizmatik golün peşinde, tercihlerini mesafeli bir şuttan, yahut kale çizgisine kadar inmekten yana kullanırlar. Çok yardımlaşmacı olanlar en uzaktaki arkadaşa falsolu bir orta da kesebilirler[15].

Şutu az farkla dışarı gidenler yahut kaleciye estetik bir kurtarış yapma imkânı verenler, hele direkte patlatanlar çok doğru bir şey yapmış gibi “nasıl kaçtı be!” bakışı atarken muhakkak incelenmelidir: İki el iki yanakta, ağız yarı açık, gözlerde ıslak bir mutluluk ifadesiyle, tek tek bütün takım arkadaşlarının gözünde bir takdir ifadesi ararlar… lakin çoğu zaman bulamazlar.

Daha önce gördüğümüz gibi, o tek savunma oyuncusunun da olmadığı durumlarda, yani pasa lüzum olmayan ender durumlarda, muhtemelen gol enflasyonunu önlemek gizli gayesiyle pas devreye sokulur ve gol yüzdesi düşürülür...

Kısaca, bu bölümde, golün nasıl kıymetlendiğini de görmüş olduk. Gol çok kolay olabilecek, dolayısıyla kıymeti düşecekken, halı saha futbolcusunun gizli eli piyasayı düzenler ve gol de o değerli nesne özelliğini korur.

TOPÇU NAMUSU

Halı saha topçusunun namus ölçütlerinden biri, geriye oynamamaktır. Çünkü bu, işi fazlasıyla basitleştirir ve tadını kaçırır. Çeşitli vesilelerle temas ettiğimiz gibi, gerçek futbolda esasen, rakip takımdan top kapmaya dayalı bir anlayış mevcutken, halı sahada top kapma mücadelesi en önce takım arkadaşlarına karşı verilir. Elbette rakiple de bir mücadele yok değildir. Dolayısıyla top son derece kıymetlidir ve onu ele geçiren oyuncu asla ve kat’a bir geri pasıyla tatmin olamaz; dünya tarihine geçecek bir gol yaratmanın piyango biletidir o, hiçbir suretle çöpe atamaz.

Bu nedenledir ki, örneğin savunmada baskı yiyen futbolcu, yediği baskı nedeniyle sahanın çeşitli yerlerinde bir tenhalık olması gerektiği mantıki sonucunu çıkarıp topu oralara atabilecek, gerideki yüzü dönük arkadaşlarına pas atmak gibi delilik belirtileri göstermez. Baskı yapanlara karşı bir iki çalım girişimiyle topu kaptırıp; gol olmamasını rakibin kendi kendine çıkaracağı zorluklara bağlamayı tercih eder[16]. Gol olursa da olur, en nihayetinde, bir “pardon” meseleyi halledecektir.

SONUÇ

Halı saha futbolunu, akrabası gibi göründüğü gerçek futbolun kolektif mantığından uzaklaştıran temel neden, bir hedef birliği olmamasıdır. Takımdaki oyuncu sayısı kadar hedef olunca, esas rekabetin takım içine kaydığı, dolayısıyla kavgaların çoğunlukla rakip takımla değil, takım arkadaşlarıyla yaşandığı, ama yine de gollerin ve galibiyetin bir takım olarak kutlandığı garip bir oluşum çıkar ortaya.

Evet, kazanan takımda olmak bir memnuniyet duygusu yaratır ama, hangi takımda olduğu fark etmeksizin, sadece gol atanlar, karılarının yanına muzaffer bir edayla dönme ayrıcalığını yaşarlar.

Gerçek futbolda hedef birliğini sağlayan ve oyuncuların bireysel tercihlerinin takım faydasını zedelediği durumları cezalandırma yöntemiyle yönetme yetkisi olan bir komutan vardır: Teknik direktör. İki takım arasındaki adaleti sağlamak için bir “hakem” söz konusuysa, bir takımın içindeki adaleti de teknik direktör sağlar; bireysel tercihlerin dozunu ve dengesini ayarlar.

Halı sahada teknik direktör yoktur, bazen bu role soyunan oyuncular olabilir. Bu tip oyuncuları maç esnasında sürekli konuşmalarından ve herkese ne yapacağını söylemelerinden ayırt edebiliriz. Takım duygusunu artırmak ve bireysel çıkıntılıkları engellemek gibi bir göreve soyunduklarını düşünürler.[17] Ama çoklukla bu şahısların diğer oyuncuların egolarını kendi egolarına biat ettirmeye çalıştıkları vâkidir. Bunu gizleyemeyenler oralarda pek barınamazlar. Kimi oluşumlarda doğadan gelen bir itibarları vardır ve bu halleriyle kabul görürler, yahut idare edilirler. Kimi oluşumlarda ise bu role kendi inisiyatifleriyle soyunanlar sonunda sağlam bir dayak yemek suretiyle normalleşmek zorunda kalırlar.



[1] Kocamal, Aykut, Bahçemdeki Cüceler, Radikal, 2002.
[2] Cröyf Yohan, Sigaramın Dumanları Arasından, Holokrotus, 1976.
[3] Lineker, Gary, Arka Direk Vecizleri, Altı Kırkaltı, 1987, s. 163.
[4] http://forum.donanimhaber.com/m_62029730/tm.htm
[5] Belge, Cihan, Standart Bacak Sapması, İletişim Yay., 2003, s. 56.
[6] Gürpes, Gökhan, Otorite Arayışı ve Baba Figürü, Ayrıksı Yay., 1998, s. 234.
[7] Absent, Samir, Délégation de la fugitivité, Gallimard, 1987.
[8] Çetinkale, Doğhan, Eldivenlerimin Ardında, Def Yayınları, 2001, s.67.
[9] Akpınar, Erkan ve Alasya, Erman, Gittim Dönemem, Bek Yayınları, 2012, s. 45.
[10] Dümen, Hardal, Sınıfların Fakirliği, Bireyin Zenginliği, Ayrıntı, 1986.
[11] Deyişi Kıvanç Kolçak’tan aldım (İ.K.).
[12] Van Abras, Husnu, Futbolda Burun Ekonomisi ve Kobiler, Alafranga Kitaplık, 2002.
[13] Angelheart, Muchteba, Irony of fast break, Settlers, Illinois, 2002.
[14] Abbott, Bowder, Take me to your heart, Milos, 2003.
[15] Pilgrimson, Ottman, Barriers ahead of short thinking, Pinguin, 2001.
[16] Aypardon, Fuat, Toplu Hücum Derkenki Top Bildiğimiz Top mu? Kayıkhane, 1993, c. IV, s. 1321.
[17] Belge, Cihan, A.g.e., 2003, s. 59-61.