14 Mart 2014 Cuma

YAZI DİZİSİ / HALI SAHA FUTBOLU (2)

Beden ve terbiyeci Prof.  Dr. İSMAİL KERPİÇ
Geçen hafta "Fakat çoğu zaman bu seçeneklerden daha basit olan, değişmeli kalecilik sistemi uygulanır, her oyuncu mecburi askerlik hizmeti gibi futbol ömrünün belirli bir süresini kaleci olarak idrak eder. Askerlik örneğini basit bir benzerlikten yola çıkarak seçmedik, zira burada da çürüğe ayrılmak veya bakaya olmak, kaçmak, hatta firar etmek gibi yan yollar mevcuttur ve kullanılır." demiştik. Oradan devam ediyoruz:


KALECİ SENDROMU

Dönüşümlü kalecilik sisteminin temelinde, maç süresinin oyuncu sayısına bölünerek, herkesin eşit sürede kalecilik yapması vardır. Ancak bu eşitlik elbette mutlak bir eşitlik değildir. Maçın başında kaleye geçip bir daha bu konuyu hiç düşünmemekle, heyecanın dorukta olduğu son bölümde geçmek arasında, ya da tam oyuna ısınmış ve havaya girmişken geçmek zorunda kalmak arasında azımsanmayacak bir fark vardır. Bu nedenle, ayrıcalığı en meşru yoldan kazanmak isteyenler, kaleye ilk geçme konusunda ısrarcı olurlar.

Ama bu kadar meşru olmamakla birlikte, bundan daha cazip seçenekler de yok değildir.

BAKAYA VE KALECİ KAÇAĞI

Kaleye geçme sırasını devamlı devrederek en sona kalma ve mümkünse unutturma yoluyla, hiç kaleye geçmeden maçı tamamlama yoluna girenlere bakaya denir. Bakayalar genellikle son çeyrekte yakalanıp kalelerine teslim edilir. Ancak bazıları emellerinde başarılı olurlar ve hiç kaleye geçmeden maçı tamamlamayı başarırlar. Bunlar da kaleci kaçağı diye adlandırılırlar.[1]

ÇÜRÜĞE AYRILMAK

Kaleciyi çürüğe çıkartan olsa olsa eliyle ilgili sakatlıklardır. Sert bir şut, bazen kalecinin parmağını geriye doğru esnetmek suretiyle can yakar. Daha ciddi durumlar da yaşanabilir elbette; parmak ezilebilir, kırılabilir… ama can yanması yeterlidir. Hava değişikliği kurtarmaz, kaleci derhal terhis edilir. Ve bu tarz bir sakatlık fırsatı çoğunlukla vuku bulduğu maçla sınırlı bırakılmaz, sakatlık anının şahidi de bol olduğu ve muhatap da o olduğu için, birkaç hafta “beyler yalnız ben kaleye geçemeyeceğim, ona göre” diyenler, işte bu çürüğe ayrılmak suretiyle, mecburi hizmetten yırtanlardır.[2]

KISA DÖNEM

Devre biterken kaleye geçip ikinci devreye yine sahada başlayarak kaleciliğini kısa dönem yapanlar da yok değildir. Böyleleri, “kaleciliğimi bir an evvel yapayım da bitsin” diye düşünenlerin aculluğundan faydalanırlar.

ERKEN TERHİS

En arzulanmayanı da erken terhisçilerdir. Bunlar, gayriciddi tavırlarla üst üste goller yiyerek birinin gelip “hadi çık kaleden” demesini bekleyen vatan hainleridir. Özünde, takımın kazanabilmesi için kendilerinin sahada olması gerektiğine inanırlar ve takım arkadaşlarının da böyle düşündüğünü sanır yahut sanmak isterler. Bu tipler kaleye geçtikleri kısa süre içinde maç skorunda devalüatif değişimlere sebep oldukları için en sevilmeyenlerdir.[3]

Bütün bu kolay yollar dışında, en masum ve sorumluluk duygusu taşıyan oyuncular bile, kalecilik konusunda yetersiz kaldıkları için dönüşümlü kalecilik gerçek futbola uygun bir şey değildir, ama ileride sayacağımız nedenlerden dolayı, halı saha futbolunun ruhuna fena halde uygundur.

KALECİ ISRARI
Peki neden kaleci olmak isteyen yoktur? Buna basit bir mantıki izah getirebiliriz: Halı saha futbolu gol atmak için oynanır, o halde kaleci olup da insan ne yapsın?

Kaleci, bir savunma hattının son unsurudur; bütün cepheler devrildikten sonra kaleyi koruyan son neferdir. Ancak halı sahada savunma cepheleri hep birlikte gol arama peşinde olduklarından, kaleci çoğu zaman üç-dört düşmana karşı tek başınadır. Üstelik, üçe-bir gibi kolay bir golü atmak kişisel itibara bir şey katmayacağı için genelde böyle pozisyonlarda, bütün maç boyunca yapılandan fazla pas yapılır, herkes bir yanındakine ikram eder ve kaleci çaresizce bu yüce gönüllü alışverişi izlemek ve nihayet golü yemek zorunda kalır. Bu kompozisyonda, elbette herkes hücum eden tarafta yer almayı tercih edecektir. Ama oraya ille bir kaleci de iliştirilmesi gerekiyorsa, mesele mecburen geçici tayinle halledilir ve iş, salla başını al maaşını mantığıyla görülür.[4]

SAVUNMA
Savunma, halı saha futbolunda yeri olmayan bir şeydir. Bunun nedeni, aynı kaleci gibi, savunma oyuncusu diye bir şeyin olmaması yahut çok nadir olmasıdır. Fakat savunma oyuncusu kaleci gibi özel kurallara tâbi, veyahut fiziki ayırtaçlara sahip olmadığı için, kâğıt üstünde olup, saha üstünde olmamayı becerebilir. Yani savunma göreviyle sahaya sürülen, fakat kendisinden beklenen bölgeye uğramadan maçı bitiren savunma oyuncuları olabilir.

Halı saha futbolcusu sahaya resital sunmak için çıkar, demek ki bunu yapacak yetenekleri olduğunu düşünmektedir. Yetenekleri olduğunu düşünen herkes, resital için çıkacağına göre, savunma yapmak, yeteneği olmadığını düşünenlere kalır. Peki böyle bir kimse var mıdır?

Vardır. Azdır ama vardır. İkiye ayrılırlar: sahiden yeteneksiz olduğunu düşünüp, sosyal ilişkilerini kollamak için halı sahaya çıkma cesareti gösterenler ve gizli yeteneğine inanıp, savunma görevini asıl yeteneğini ıspatlamak için kabul eder görünen takiyeciler[5] (ki bunlar her şeyi mahvetmekte 1 numaradırlar).

Halı saha savunmacısı, genellikle topçu grubun futbol muhabbetlerine giremeyen, futboldaki yeteneksizliğinden ziyade, hayattaki yeteneksizliği nedeniyle geri planda kalan, sosyal ortamlara özenmekle yetinen insan grubundan çıkar[6]. Bu eksikliğin bir tezahürü olarak kendilerini sahada göstermek ve sevdirmek arzuları vardır. Fakat maalesef bir halı saha futbolcusuna, savunma meziyetleriyle kendini sevdirmek mümkün değildir. Onun için bu savunma oyuncusunun savunma mesaisi de, başlama düdüğünü takiben defnedilir.

Bu oyuncu tipinin kendini göstermek için topla yaptığı akrobatik hareketler, halı saha futbolunun olmazsa olmazıdır. Top sürmesi dahi başlı başına bir cambazlık olarak temaşa edilebilir. Ama aynı türde oyuncuların karşı tarafta da olması elbette böyle oyuncuların da nadiratla birlikte gol atabilmelerinin vesilesidir ve görülmeye değer anlardır bunlar.

O an, hayatlarının (kaderlerinin) değiştiğini sanırlarsa da golün ömürlerine öyle bir etkisi olmayacak, yetenekli halı saha topçusunun kuru bir “bravo”sundan başka bir ödül görmeyeceklerdir. Bu nedenle ilerleyen yıllarda bu tip futbolcularda bariz bir bıkkınlık haleti ruhiyesi endikedir.

(Devam edeceğiz)




[1] Belge, Cihan, Standart Bacak Sapması, İletişim Yay., 2003, s. 56.
[2] Gürpes, Gökhan, Otorite Arayışı ve Baba Figürü, Ayrıksı Yay., 1998, s. 234.
[3] Absent, Samir, Délégation de la fugitivité, Gallimard, 1987.
[4] Çetinkale, Doğhan, Eldivenlerimin Ardında, Def Yayınları, 2001, s.67.
[5] Akpınar, Erkan ve Alasya, Erman, Gittim Dönemem, Bek Yayınları, 2012, s. 45.
[6] Dümen, Hardal, Sınıfların Fakirliği, Bireyin Zenginliği, Ayrıntı, 1986.

4 yorum:

Övgü Yaraşır dedi ki...

İsmail Kerpiç'i bir yerden gözüm ısırıyor ama çok güzel ve önemli konulara temas etmiş... bu kadar olur yanii...

yamuk prenses dedi ki...

Çok bilimsel olmuş gerçekten. Arkada görünen o kitaplar bunlar değil mi? Bir ara bek mevkiine de değinirseniz, "geçici sürgün yeri olarak bek bölgesi" gibi...Böylece biraz da bilim bilim için midir, toplum için mi tartışmalarına vesile olurdunuz. Malum ülkemiz Hüsnü Beyin sağ beke layık görülmesi ile çalkalanıyor da...

umit dedi ki...

Birisi -meselâ Bahattin Bey- bu hanımefendiye azıcık malumat verse? Hani nedir ne değildir biraz..?

Ülker Boşbuğ dedi ki...

Övgü'ye Yaraşır bunlar belki ama yazınız hakkaten Kerpiç'ten İsmail bey... Kaleciden değil, sizin sendromunuzdan söz etsek ya...Bilinçaltınızda neler var? "Askerlik örneğini" niye seçmiş miş... Niye olacak güzide kurumu rencide etmek, çürük, bakaya, firar gibi suç sayılan unsurlarla yönüyle askerliği özdeşleştirmek... mahpus/mahkum örneğini kullanarak üstelik de daha zengin örnekler vermek mümkünken (açık-yarıaçık cezaevi, af-cumhurbaşkanı affı vs.) niye askerliği gündeme getiriyorsun İsmail Kerpiç efendi... Kimsin, nesin, bağlantıların neler, kimlerin çıkarı var bu işlerden yakında çıkar kasedi... bakalım içtimada ne yapacaksın o zaman?