Beden ve terbiyeci Prof. Dr. İSMAİL KERPİÇ |
Geçen hafta "Fakat çoğu zaman bu seçeneklerden daha basit olan, değişmeli
kalecilik sistemi uygulanır, her oyuncu mecburi askerlik hizmeti gibi futbol
ömrünün belirli bir süresini kaleci olarak idrak eder. Askerlik örneğini basit
bir benzerlikten yola çıkarak seçmedik, zira burada da çürüğe ayrılmak veya
bakaya olmak, kaçmak, hatta firar etmek gibi yan yollar mevcuttur ve kullanılır." demiştik. Oradan devam ediyoruz:
KALECİ SENDROMU
Dönüşümlü kalecilik sisteminin temelinde, maç süresinin
oyuncu sayısına bölünerek, herkesin eşit sürede kalecilik yapması vardır. Ancak
bu eşitlik elbette mutlak bir eşitlik değildir. Maçın başında kaleye geçip bir
daha bu konuyu hiç düşünmemekle, heyecanın dorukta olduğu son bölümde geçmek
arasında, ya da tam oyuna ısınmış ve havaya girmişken geçmek zorunda kalmak
arasında azımsanmayacak bir fark vardır. Bu nedenle, ayrıcalığı en meşru yoldan
kazanmak isteyenler, kaleye ilk geçme konusunda ısrarcı olurlar.
Ama bu kadar meşru olmamakla birlikte, bundan daha cazip
seçenekler de yok değildir.
BAKAYA VE KALECİ KAÇAĞI
Kaleye geçme sırasını devamlı devrederek en sona kalma ve
mümkünse unutturma yoluyla, hiç kaleye geçmeden maçı tamamlama yoluna girenlere
bakaya denir. Bakayalar genellikle son çeyrekte yakalanıp kalelerine teslim
edilir. Ancak bazıları emellerinde başarılı olurlar ve hiç kaleye geçmeden maçı
tamamlamayı başarırlar. Bunlar da kaleci kaçağı diye adlandırılırlar.[1]
ÇÜRÜĞE AYRILMAK
Kaleciyi çürüğe çıkartan olsa olsa eliyle ilgili
sakatlıklardır. Sert bir şut, bazen kalecinin parmağını geriye doğru esnetmek
suretiyle can yakar. Daha ciddi durumlar da yaşanabilir elbette; parmak
ezilebilir, kırılabilir… ama can yanması yeterlidir. Hava değişikliği
kurtarmaz, kaleci derhal terhis edilir. Ve bu tarz bir sakatlık fırsatı
çoğunlukla vuku bulduğu maçla sınırlı bırakılmaz, sakatlık anının şahidi de bol
olduğu ve muhatap da o olduğu için, birkaç hafta “beyler yalnız ben kaleye
geçemeyeceğim, ona göre” diyenler, işte bu çürüğe ayrılmak suretiyle, mecburi
hizmetten yırtanlardır.[2]
KISA DÖNEM
Devre biterken kaleye geçip ikinci devreye yine sahada
başlayarak kaleciliğini kısa dönem yapanlar da yok değildir. Böyleleri,
“kaleciliğimi bir an evvel yapayım da bitsin” diye düşünenlerin aculluğundan
faydalanırlar.
ERKEN TERHİS
En arzulanmayanı da erken terhisçilerdir. Bunlar, gayriciddi
tavırlarla üst üste goller yiyerek birinin gelip “hadi çık kaleden” demesini
bekleyen vatan hainleridir. Özünde, takımın kazanabilmesi için kendilerinin
sahada olması gerektiğine inanırlar ve takım arkadaşlarının da böyle
düşündüğünü sanır yahut sanmak isterler. Bu tipler kaleye geçtikleri kısa süre
içinde maç skorunda devalüatif değişimlere sebep oldukları için en sevilmeyenlerdir.[3]
Bütün bu kolay yollar dışında, en masum ve sorumluluk
duygusu taşıyan oyuncular bile, kalecilik konusunda yetersiz kaldıkları için
dönüşümlü kalecilik gerçek futbola uygun bir şey değildir, ama ileride
sayacağımız nedenlerden dolayı, halı saha futbolunun ruhuna fena halde uygundur.
KALECİ ISRARI
Peki neden kaleci olmak isteyen yoktur? Buna basit bir
mantıki izah getirebiliriz: Halı saha futbolu gol atmak için oynanır, o halde
kaleci olup da insan ne yapsın?
Kaleci, bir savunma hattının son unsurudur; bütün cepheler
devrildikten sonra kaleyi koruyan son neferdir. Ancak halı sahada savunma
cepheleri hep birlikte gol arama peşinde olduklarından, kaleci çoğu zaman
üç-dört düşmana karşı tek başınadır. Üstelik, üçe-bir gibi kolay bir golü atmak
kişisel itibara bir şey katmayacağı için genelde böyle pozisyonlarda, bütün maç
boyunca yapılandan fazla pas yapılır, herkes bir yanındakine ikram eder ve
kaleci çaresizce bu yüce gönüllü alışverişi izlemek ve nihayet golü yemek
zorunda kalır. Bu kompozisyonda, elbette herkes hücum eden tarafta yer almayı
tercih edecektir. Ama oraya ille bir kaleci de iliştirilmesi gerekiyorsa,
mesele mecburen geçici tayinle halledilir ve iş, salla başını al maaşını
mantığıyla görülür.[4]
SAVUNMA
Savunma, halı saha futbolunda yeri olmayan bir şeydir. Bunun
nedeni, aynı kaleci gibi, savunma oyuncusu diye bir şeyin olmaması yahut çok
nadir olmasıdır. Fakat savunma oyuncusu kaleci gibi özel kurallara tâbi, veyahut
fiziki ayırtaçlara sahip olmadığı için, kâğıt üstünde olup, saha üstünde
olmamayı becerebilir. Yani savunma göreviyle sahaya sürülen, fakat kendisinden
beklenen bölgeye uğramadan maçı bitiren savunma oyuncuları olabilir.
Halı saha futbolcusu sahaya resital sunmak için çıkar, demek
ki bunu yapacak yetenekleri olduğunu düşünmektedir. Yetenekleri olduğunu
düşünen herkes, resital için çıkacağına göre, savunma yapmak, yeteneği
olmadığını düşünenlere kalır. Peki böyle bir kimse var mıdır?
Vardır. Azdır ama vardır. İkiye ayrılırlar: sahiden yeteneksiz
olduğunu düşünüp, sosyal ilişkilerini kollamak için halı sahaya çıkma cesareti
gösterenler ve gizli yeteneğine inanıp, savunma görevini asıl yeteneğini
ıspatlamak için kabul eder görünen takiyeciler[5]
(ki bunlar her şeyi mahvetmekte 1 numaradırlar).
Halı saha savunmacısı, genellikle topçu grubun futbol
muhabbetlerine giremeyen, futboldaki yeteneksizliğinden ziyade, hayattaki
yeteneksizliği nedeniyle geri planda kalan, sosyal ortamlara özenmekle yetinen
insan grubundan çıkar[6].
Bu eksikliğin bir tezahürü olarak kendilerini sahada göstermek ve sevdirmek
arzuları vardır. Fakat maalesef bir halı saha futbolcusuna, savunma
meziyetleriyle kendini sevdirmek mümkün değildir. Onun için bu savunma
oyuncusunun savunma mesaisi de, başlama düdüğünü takiben defnedilir.
Bu oyuncu tipinin kendini göstermek için topla yaptığı
akrobatik hareketler, halı saha futbolunun olmazsa olmazıdır. Top sürmesi dahi
başlı başına bir cambazlık olarak temaşa edilebilir. Ama aynı türde oyuncuların
karşı tarafta da olması elbette böyle oyuncuların da nadiratla birlikte gol
atabilmelerinin vesilesidir ve görülmeye değer anlardır bunlar.
O an, hayatlarının (kaderlerinin) değiştiğini sanırlarsa da
golün ömürlerine öyle bir etkisi olmayacak, yetenekli halı saha topçusunun kuru
bir “bravo”sundan başka bir ödül görmeyeceklerdir. Bu nedenle ilerleyen
yıllarda bu tip futbolcularda bariz bir bıkkınlık haleti ruhiyesi endikedir.
(Devam edeceğiz)
[1] Belge,
Cihan, Standart Bacak Sapması,
İletişim Yay., 2003, s. 56.
[2] Gürpes,
Gökhan, Otorite Arayışı ve Baba Figürü,
Ayrıksı Yay., 1998, s. 234.
[3] Absent,
Samir, Délégation de la fugitivité,
Gallimard, 1987.
[4]
Çetinkale, Doğhan, Eldivenlerimin Ardında,
Def Yayınları, 2001, s.67.
[5] Akpınar,
Erkan ve Alasya, Erman, Gittim Dönemem,
Bek Yayınları, 2012, s. 45.
4 yorum:
İsmail Kerpiç'i bir yerden gözüm ısırıyor ama çok güzel ve önemli konulara temas etmiş... bu kadar olur yanii...
Çok bilimsel olmuş gerçekten. Arkada görünen o kitaplar bunlar değil mi? Bir ara bek mevkiine de değinirseniz, "geçici sürgün yeri olarak bek bölgesi" gibi...Böylece biraz da bilim bilim için midir, toplum için mi tartışmalarına vesile olurdunuz. Malum ülkemiz Hüsnü Beyin sağ beke layık görülmesi ile çalkalanıyor da...
Birisi -meselâ Bahattin Bey- bu hanımefendiye azıcık malumat verse? Hani nedir ne değildir biraz..?
Övgü'ye Yaraşır bunlar belki ama yazınız hakkaten Kerpiç'ten İsmail bey... Kaleciden değil, sizin sendromunuzdan söz etsek ya...Bilinçaltınızda neler var? "Askerlik örneğini" niye seçmiş miş... Niye olacak güzide kurumu rencide etmek, çürük, bakaya, firar gibi suç sayılan unsurlarla yönüyle askerliği özdeşleştirmek... mahpus/mahkum örneğini kullanarak üstelik de daha zengin örnekler vermek mümkünken (açık-yarıaçık cezaevi, af-cumhurbaşkanı affı vs.) niye askerliği gündeme getiriyorsun İsmail Kerpiç efendi... Kimsin, nesin, bağlantıların neler, kimlerin çıkarı var bu işlerden yakında çıkar kasedi... bakalım içtimada ne yapacaksın o zaman?
Yorum Gönder